Türkiye tarihi ve günceli üzerine çok sayıda kitabı ve makalesi olan, Ortadoğu’daki birçok televizyon kanalına Türkiye uzmanı olarak konuk edilen Lübnanlı Prof.Dr. Houda Rızk ile Türkiye ve bölge ile ilişkileri üzerine kısa bir söyleşi gerçekleştirdik. Houda Rızk aynı zamanda Lübnan Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapıyor.
Hasan Sivri – Kanal İstanbul ve Montrö Anlaşması ile ilgili tartışmalar devam ediyor. Ukrayna krizi ile birlikte taraflar kartlarını oynamaya ve pozisyonlarını belirlemeye başlıyor. Siz Türkiye uzmanı olarak, amirallerin bildirisinin de etkisiyle Türkiye’de haftalardır gündemi meşgul eden bu süreci nasıl görüyorsunuz?
Houda Rızk – 1936’da imzalanan Montrö Anlaşması, Karadeniz ve Akdeniz arasındaki bağı sağlayan ve aynı zamanda İstanbul ve Çanakkale boğazlarındaki deniz trafiğini kontrol etme haklarını Türkiye lehine güvence altına alan bir anlaşma. Barış zamanında sivil gemilere erişimi garanti eden ve askeri gemilerin geçişini kısıtlayan bu anlaşmanın geniş kapsamlı uluslararası sonuçları var.
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın önerdiği İstanbul Kanalı projesi ise Boğaz’a paralel, Karadeniz’i Marmara Denizi’ne bağlayan ve kuzeye doğru Karadeniz’e uzanan bir su kanalı. İstanbul Kanalı, boğazın aksine ekonomik ve politik olarak tam bir kontrol altında olacağından dolayı bu proje “Türk Süveyş Kanalı” olarak resmediliyor. Ancak bu kanal, askeri amaçlarla kullanılma ve ABD savaş gemilerine Karadeniz kapısını açma ihtimalleriyle birlikte Moskova’nın endişelerini gündeme getiriyor. Çünkü NATO gemilerine Karadeniz’e sınırsız geçiş fırsatı sağlayabilir. Türkiye, Ukrayna krizindeki tüm taraflar için giderek daha önemli hale geliyor. Bunun nedeni de boğazların Ukrayna’ya denizden gelecek NATO veya ABD yardımlarının te tek geçiş yolu olması. Bu sırada Rusya, Ukrayna’nın doğu sınırlarında askeri varlığını arttırmaya çalışırken Rusya devlet başkanı, istikrar ve güvenliğin sağlanması için boğazlardaki mevcut düzenin korunmasının önemini vurgulayan açıklamalar yaptı.
104 emekli amiral, 3 nisan’da hükümete yönelik uyarı bildirisi yayınladı. Açıklamada, “İstanbul Kanalı, Montrö Anlaşmasını tartışmaya açacak ve Türkiye’nin Marmara Denizi üzerindeki mutlak egemenliğini kaybetmesine yol açacak” vurgusu yapıldı. Amiraller ayrıca askeri atamaları düzenleyen yasalarda son zamanlarda yapılan değişikliklerden de rahatsız olmuşlardı. Mart ayı başlarında yapılan değişikliklerle general, amiral ve astsubay atama ve terfi yetkisi, Genelkurmay ve Ordu Komutanlığından Savunma Bakanlığına devredildi.
Mavi Vatan’ın ideolojik babası Amiral Cem Gürdeniz liderliğindeki imzacılardan on tanesi darbe girişiminde bulundukları gerekçesiyle gözaltına alındı. Bu hamle çifte mesaj içeriyor. İlki, Erdoğan’ın batıya Türkiye’nin egemenliği için son derece önemli olan “mavi vatan ilkesinden” geri çekildiğini teyit eden bir mesaj. İkincisi, NATO ile ilişkileri koruma konusunda isteksiz (veya daha az istekli) görünen ve Avrupa-Asya, Rusya-Asya ilişkileri üzerinden bölünmüş askeri ve güvenlik birimlerine uyarı niteliğinde bir mesaj. İki mesaj da ABD ile yakınlaşmanın birer göstergesi.
Türkiye Savunma Bakanı Hulusi Akar geçen haftalarda ‘Ukrayna bizim stratejik müttefikimiz’ dedi. Türkiye ile Rusya arasındaki ‘taktiksel’ müttefiklik sona mı eriyor? Böyle bir durum, iki tarafın iş birliği içinde olduğu Suriye’ye nasıl yansır?
Bilindiği gibi Türkiye ile Rusya arasında stratejik bir ittifak yok. Rusya’nın belirleyici olduğu şekliyle taktiksel bir ittifak var. Bununla birlikte Türkiye her zaman Ukrayna’nın toprak bütünlüğünün yanında olduğunu söylemiştir. Bakan Hulusi Akar’ın tutumu, aşağıdaki 3 noktanın bir sonucu olarak ortaya çıkıyor:
– Karadeniz’de, Ukrayna’nın zayıflatılmasına dair endişeler var. Burada Ukrayna’nın zayıflaması Moskova’nın çıkarına olur ve Türkiye dahil diğer kıyı ülkelerini tehdit eder bir durum ortaya çıkarır.
– Batı’nın Türkiye’ye yönelik ‘ilan edilmemiş’ bir abluka uyguladığı dönemde, tank ve uçak motorları için teçhizat sağlamada yararlanılmasından dolayı askeri sanayi alanında Ukrayna-Türk ortaklığına vurgu var. Bunun karşılığında Türkiye, Ukrayna’ya insansız hava araçları, savaş gemileri ve seyir füzeleri temin ediyor. İki taraf arasındaki ortaklık, askeri, savunma sanayi ve askeri teknoloji alanlarında önemli bir yere sahip.
– Kırım nüfusunun %15’inin Türk kökenli Tatarlardan oluşmasından dolayı da Ukrayna ve Türkiye arasındaki tarihsel bağlara odaklanılıyor.
Ancak Türkiye, Moskova’nın Ukrayna’yı arka bahçesi olarak gördüğünün farkında ve bu nedenle Rusya’yı provoke etmeme konusunda istekli. Bu konuda Türkiye’nin çıkarları, Batı’nın arzu ettiği hattı takip etmeyi değil, denge siyaseti izlemeyi gerektiriyor. Akar, Rusya ve Ukrayna’yı aralarındaki gerilimi sona erdirmeye ve Türkiye’nin Kiev ile Moskova arasında arabulucu rolünü oynamasını -ki gayet gerçekçi- önermişti. Türkiye, Suriye’de batının tutumlarını benimsemiş ve aynı batı Türkiye’yi, Esad’a karşı Suriye muhalefetini destekleme yönünde teşvik ettikten sonra Türkiye’yi tek başına bırakmıştı. Ankara ile Moskova arasında gerilim yaşandıktan sonra Rus uçakları Suriye’den Türk hava sahasına girmiş ama NATO Patriot füzelerini geri çekmişti. Bu nedenle Türkiye, Batı’nın sunacaklarının sınırlı olacağını bilerek Ukrayna krizinden yarar sağlamaya çalışırken, Rusya ile krizlerini yönetmesi ve yeni bir krize karışmaması gerektiğine inanıyor.
Son aylarda Türkiye ile Mısır arasında normalleşme ile ilgili atılan adımlar var. Bunlardan biri de Müslüman Kardeşler cemaatinin Türkiye’deki faaliyetleri ve cemaate yakın TV’lerin sesinin kısılması ile ilgili verilen talimatlar. Siz bu yakınlaşmayı nasıl okuyorsunuz? İki tarafın da böyle bir normalleşme sürecinden beklentileri neler?
Mısır ile ilişkileri normalleştirme yönünde Türkiye’den gelen girişimlere rağmen, karşı tarafta hala Müslüman Kardeşler üyelerinin teslim edilmesi ve Türkiye’nin Suriye, Libya ve Somali’den çekilmesi şartlarını koşan bir Mısır var. Bunlar bir anlamda aciz bırakan şartlar ama Türk ve Mısır halklarına da yansımaları olan iki güç arasındaki güçlü düşmanlıktan sonra, Türkiye ile ilişkiler konusunda inatçı Sisi’nin imajını ortaya koyması bakımından önemli.
Aslında iki taraf arasında, iki ülkede de mevcut olan siyasi muhalefet ile başa çıkma konusunda “ortak ilkeler” esasına dayanan ve iki tarafın da çıkarına olacak bir anlaşma sağlanması bekleniyor: Mısır’daki Gülen grubuna karşılık olarak Türkiye’de bulunan Müslüman Kardeşler. Geçtiğimiz haftalarda, taraflar arasındaki güvenlik koordinasyon toplantılarında üzerinde mutabık kalınan hususlar var. Mısır, büyükelçi atamalarından önce, aranan bazı isimlerin teslim edilmesini talep ediyor.
Erdoğan ile Müslüman Kardeşler arasında bir anlaşmazlık çıkacağını sanmıyorum. Çünkü iki taraf da pragmatik davranıyor ve ABD’nin tutumunu biliyor. ABD’nin İhvan’ı terör listesine ekleme kararı ile İhvan liderlerinin Mısır hapishanelerindeki ölümlerine dair ABD’den kınama açıklaması gelmemesi, İhvan üzerindeki örtünün kaldırıldığına dair birer gösterge. İhvan ayrıca Erdoğan’ın, batı ve Yunanistan’a yaklaşan Mısır kaynaklı olmak üzere ekonomik ve siyasi olarak baskı altında olduğunu görüyor. Aynı İhvan, kitlelerle sessiz ilişki kurma sanatında ustalaşmış bir hareket. ‘Arap Baharı’ sürecinde aldıkları sert darbelerden sonra bu yolu izliyorlar.
Türkiye’nin de sahada ana aktörlerden biri olduğu Libya’da savaşın şiddeti düştü ve yeni bir ulusal birlik hükümeti kuruldu. Libya seçimlere gidiyor. Akdeniz’de deniz yetki alanlarından, gaz dağıtım anlaşmalarına kadar birçok konuyu ilgilendiren bu savaşta sizce kazanan bir taraf var mı yoksa sağlanan uzlaşıda herkese mi pay düştü?
Türk-Libya anlaşması aslında Kahire’nin çıkarına oldu. Libya krizinde iki ülke arasında Başkanlık Konseyi seçimleri de dahil olmak üzere iş birliği oldu. Bir süredir de Libya dosyasında bir sakinleşme söz konusu. Ulusal Birlik Hükümeti’nin lideri Dbeyba’ya destek, Türkiye ve Mısır’ın bir araya gelmesi sayesinde mümkün oldu. Batılı diplomatik çevreler, bu uzlaşının hem Ankara hem de Kahire’nin tavizleri sayesinde mümkün olduğunu değerlendiriyorlar. Mısır, doğu güçlerine (Hafter) destek vermesine rağmen, Libyalılar arasındaki görüşmelere ev sahipliği yapabildi. Trablus’ta büyükelçiliğini açtı, direkt hava koridorunu ve birçok alanda iş birliğini yeniden devreye soktu. Dbeyba’nın, Türkiye’de büyük yatırımları olan bir işadamı olduğu da sır değil. Ancak aynı zamanda Mısır ve Yunanistan ile ilişkiler kurmaya da odaklanmış durumda.
Libya-Türkiye ilişkilerinin gücüne dair hiç şüphe yok ancak Fransa, Mısır ve ABD tarafları, bugün Libya-Mısır ilişkilerini daha güçlü kurma eğilimlerini destekliyor. Mısır ile istikrarlı bir şekilde yakınlaşma/normalleşme üzerine çalışan Ankara’nın gördüğü şey de budur. Bu sırada Mısır, BM ve uluslararası baskı mekanizmaları üzerinden, Türkiye’nin Libya topraklarındaki askeri, istihbari ve eğitmen düzeyindeki varlığının meşruiyetini tartışmaya açmaya çalışıyor.
Kahire, Kıbrıs sorunundan kaynaklanan gerilimi de azaltmak istiyor. Mısır’ın ilan ettiği harita, Kahire ile Atina arasında imzalanan anlaşmaya göre belirlenen Akdeniz’in batı bölgelerine atıfta bulunurken, 28. Meridyenin doğusunda yer alan diğer alanlar için kıta sahanlığının güney sınırlarını Ankara ve Trablus arasındaki anlaşmaya göre tanımlıyor. Türkiye ile Mısır arasındaki deniz yetki alanlarının belirlenmesi, Doğu Akdeniz’in en uzun sahiline sahip olan iki ülkeye uzlaşı fırsatı sunabilir. Bu da Doğu Akdeniz’de gerilimin azalmasıyla birlikte işbirliği için fırsatlar yaratabilir.
Türkiye’de erken seçim tartışmaları da gündemde. Anketlere bakılırsa Cumhur ittifakı üyelerinin durumu pek de parlak değil. Cumhur ittifakı ısrarla erken seçim olmayacak diyor. Sizin beklentiniz nedir?
Türkiye’deki siyasi partilerin, seçimlere hazırlık amacıyla saflarını ve ittifaklarını gözden geçirme çalışmaları içerisinde olduklarını doğrulayan birçok gösterge var. Türkiye iç siyaseti, yeni partilerin kurulması dahil, ittifakları ve bazı hazırlıkları kapsayan bir hareketlilik içerisinde. Bunun yanında artan iç siyasi gerilim ve ülkenin en büyük iki partisinden ayrılan bazı isimler söz konusu.
Ekonomik krizin varlığında, demokratik taleplerin arttığı, iktidarın yargıyı kontrol etmekle ve hükümetin yolsuzluk ile suçlandığı şartlarda muhalefet, kendisi için gayet uygun zamanlama ile parlamento ve cumhurbaşkanlığı için erken seçim çağrısında bulunuyor. Cumhurbaşkanlığı ise seçimlerin ilan edildiği gibi 2023 tarihinde yapılacağını vurguluyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, tüm İslami ve milliyetçi kesimlerin muhafazakarlarını içeren partisi, diğer muhalefet güçlerini dengelemek üzere bir grup muhafazakar, İslamcı, merkez sağ ve aşırı milliyetçi hareketi destekledi. Bunun yanında Erdoğan, 2015’teki süreçten sonra Kürtlerin oyunu kaybettiğine ve onların yerine aşırı milliyetçileri koyması gerektiğine ikna oldu. Ancak, MHP’den ilham alan milliyetçiliğin AKP’nin tabanında yükselişe geçtiğini ve bu durumun da AKP’de İslamcılığın, laik milliyetçilik lehine kaybettiği anlamına geldiğini görüyor.
Ancak güç dengesi, çeşitli kesimlerden olmak üzere muhafazakârların elinde. Erdoğan’ın partisinin yeniden kazanması ve bir parlamento çoğunluğunu alabilmesi için ihtiyaç duyduğu yüzde 50’den fazla oyu partiye verebilecek veya partiyi bundan mahrum bırakabilecek olan potansiyel, işte bu muhafazakar seçmen grubudur.
Ekonomi ve güvenlik gibi unsurlar, Türkiye’deki seçimlerde çok önemli noktada duruyor. İki yıl önce yapılan belediye seçimlerinde olduğu gibi, Türkiye seçimlerinde ekonomi belirleyici bir rol oynuyor. Korona salgını, vaka sayılarının aşılar yoluyla azaltılamaması, kapanma ve genç mezunlar arasında iş bulma krizi ile birlikte işsizliğin yayılması… Tüm faktörler, iktidar partisi ve ittifaklarının aleyhine.
128 milyar dolar nerede?
Türkiye Cumhurbaşkanı, muhalefetin ‘128 milyar dolarlık hazine fonlarını boşa harcadığı’ yönündeki suçlamalarıyla karşı karşıya. Cumhuriyet Halk Partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun ithamlarına ‘yerel para birimini desteklemek için harcadık’ şeklinde cevap vermek zorunda da kaldı. Ancak muhalefet; karşı taraftan Bakan Berat Albayrak’ın Hazine ve Maliye Bakanı iken yanlış ekonomi politikaları nedeniyle değil de Berat Albayrak’ın Cumhurbaşkanı’na yakınlığı nedeniyle suçlandığı iddiası ile detay ve açıklamalarla mevzuyu bulanıklaştırmak yerine, daha fazla şeffaflık, ayrıntı ve açıklama talep ediyor.
Merkez Bankası’nın geçen yılki rezervleri satma politikası işe yaramadı. Türk lirasının değeri daha da düştü fakat faiz arttırılınca liranın değeri arttı.
Erdoğan’ın art arda merkez bankası müdürlerini görevden alması ve faiz oranına müdahale etmesi, belirsizlik halini güçlendirdi. Korona krizinden de etkilenen Türkiye ekonomisinin, toparlanmak için dış fonlara ihtiyacı var. Ekonomik durum önemli ölçüde kötüleşti. Döviz kurlarındaki artış, yeni yatırımlar açısından iştah kaybına neden oldu. Doğrudan yatırımı olanlar ise varlıklarını satışa çıkarabilirler.