Jonathan Cook
Middle East Eye
22 Mart 2023
Çeviren: Erman Çete – @ermancete
Belgesel gerçek kötüleri gizliyor: Filistinlileri mülksüzleştirerek, Yahudilere Avrupa antisemitizminden tek bir güvenilir kaçış yolu bırakan Batılı hükümetleri…
BBC’nin bu hafta sona eren ve İsrail’in kuruluşunu iki bölüm halinde inceleyen Kutsal Topraklar ve Biz adlı belgeseli, uzmanların “cesur televizyonculuk” olarak adlandırdıkları türden bir program oldu. İlk belgeselde, İsrail devletinin ilan edilmesinden haftalar önce, 1948 yılının başlarında Siyonist milis grubu tarafından çoğu kadın ve çocuk 100’den fazla Filistinlinin katledildiği kötü şöhretli bir katliamın tanıklığına yer verildi.
Guardian gazetesi beş yıldızlı bir eleştiri yazısında programı “tabu yıkıcı” olarak nitelendirdi. Ve Filistin perspektifinden bakıldığında, ana akım televizyonda kesinlikle yeni bir çığır açtı.
Siyonist güçler tarafından daha sonra işlenen ve bazıları daha da kötü olan düzinelerce katliamın aksine, Kudüs’ün hemen dışındaki Deyr Yasin köyünde yaşanan vahşet o dönemde geniş çapta kamuoyuna duyuruldu. Aslında orada katledilenlerin sayısı, New York Times da dahil olmak üzere, 200’den fazla Filistinlinin katledildiği şeklinde şişirilmişti.
Yeni kitle iletişim çağında, her iki taraf da zaten korkunç olan gerçeğin abartılmasından memnundu. Filistinliler uluslararası ilgiyi ve müdahaleyi çekme umuduyla; İsrail’in kurucuları ise daha fazla Filistinliyi terörize ederek vatanlarını terk ettirmek ve böylece yıkıntıları üzerinde bir Yahudi devletinin daha kolay kurulmasını sağlamak amacıyla.
Yine de bugün, paradoksal bir şekilde, neredeyse hiç kimse Deyr Yasin’i –ya da bir yıl süren ulusal yok etme eylemi sırasında Filistinlilerin İsrail güçleri tarafından sürüldüğü diğer yüzlerce topluluğu– bilmiyor. Bunlar Filistinlilerin Nakba ya da Felaket olarak bildikleri olaylardır.
BBC’nin Kutsal Topraklar ve Biz programının bu kadar “tabu yıkıcı” görünmesinin nedeni de muhtemelen budur. Nakba’yı tarihi bir olay olarak tanımlamak bile artık bir cesaret işi olarak görülüyor; tıpkı yüzlerce Filistin köyü gibi Nakba da Batı’nın bilincinden tamamen silinmiş durumda.
Batılı politikacılar ve medya, 75 yıldır İsrail-Filistin “çatışması” olarak adlandırılan meseleyi anlamak için gerekli olan temel bağlamı neredeyse hiç kabul etmedi; bu bağlam, bir kez çekilip alındığında, hikayeyi tersine çeviriyor. Filistinlilerin direnişi yanlış bir şekilde “terörizme” indirgenirken, devam eden İsrail şiddeti, sanki Filistinliler kendi mülksüzleştirilmelerini kendileri başlatmış gibi, basitçe “misilleme” ve “güvenlik” haline gelmektedir.
Bu bağlamda, Kutsal Topraklar ve Biz hoş bir istisnadır. Günümüzün sözde çözümsüz “çatışması” için eksik olan tarihsel bağlamın bir kısmını hatırlatıyor.
Ama aynı zamanda, BBC kendi koyduğu tabuyu yıkarken bile, program yapımcıları hala şaşırtmayı ve yanlış yönlendirmeyi başarıyor.
Suyu bulandırmak
Program, hikayesini iki paralel anlatıya bölerek İngiliz mandası Filistinlilerini ve İngiliz mandası Yahudilerini ayrı ayrı ele alıyor ve ailelerinin 1948’de İsrail’in kuruluşunu çevreleyen olaylarla bağlantılarını araştırıyor.
Bu durum BBC’nin denge arayışını tatmin etse de, programın görünürdeki amacı olan hakikat ve uzlaşıdan ziyade, tahmin edilebileceği üzere batılı kuruluşların ve İsrail’in yararına olacak şekilde suları bulandırmaya devam etmekten başka bir işe yaramıyor.
Kutsal Topraklar ve Biz, Filistin ve Siyonist anlatıları aynı hikâyenin iki yüzü olarak sunuyor. Bu, iki halkın çatışan acı iddialarının hikayesidir: Holokost’tan kurtulanlar ve Nakba’nın kurbanları.
Ve bu iki tarihi travmayı Batılı televizyon izleyicisinin sempatisini kazanmak için ağlamaklı bir rekabete dönüştürerek, Filistinlileri başarısızlığa uğratıyor – tıpkı 1948’de çiçeği burnunda İsrail ordusunun üstün gücü karşısında olduğu gibi.
BBC’nin 1948 hikayesini “Holokost, Nakba’ya karşı” ödül mücadelesi olarak sunması yanlış bir denklik yaratıyor.
Avrupalı Yahudiler, Filistinlileri terörize etmek, yerlerinden etmek ve bazen de öldürmek için İngiliz himayesi altında Filistinlilerin anavatanına geldi. Filistinliler ise oldukları yerde kaldılar. Onların Avrupa’daki Holokost ile hiçbir ilgisi yoktu.
Fakat İsrail’in kurulması, Filistinlilerin artık yerlerinde kalmamasını gerektiriyordu. Etnik olarak temizlenmeleri gerekiyordu ve “Süpürge Operasyonu” gibi isimler verilen askeri harekatlarla temizlendiler. Bu tür operasyonlar olmasaydı bugün İsrail diye bir şey olmazdı, işte bu yüzden İsrail’in kurucuları, meşhur bir belge olan Dalet Planında sınır dışı etme ilkelerini ortaya koydular.
Yine de “etnik temizlik” teriminin programda yer almaması dikkat çekicidir. Bunun da iyi bir sebebi var.
Etnik temizlik
Bunun yerine Kutsal Topraklar ve Biz’in yaptığı şey –eskiden kalma bir geleneksel olarak– kendi kendine hizmet eden bir Batı mitini desteklemek: İsrail ve Filistin olmak üzere iki milliyetçilik arasında uzlaşmaz bir çatışma. Ve bir kez daha, birincil sempatilerimiz, hikayesini bilmediğimiz kurbanlardan ziyade hikayesini bildiğimiz kurbanlar grubuna yönlendiriliyor.
Kutsal Topraklar ve Biz’in bunu nasıl başardığı, ilk bölümde Deyr Yasin’de Filistinlilere yönelik yürek parçalayıcı katliam ile bir İngiliz Yahudisi olan Leonard Gantz’ın torunlarının hikayesi çerçevelenerek gösteriliyor. Holokost Avrupa’nın kalbinde yaşanırken, Gantz Londra’dan ayrılıp bir Yahudi devletinin kurulmasına yardım etmek üzere o zamanlar İngiliz yönetiminde olan Filistin’e gitmeyi seçiyor.
Bunun pratikte ne anlama geldiği, Filistinliler ile Gantz gibi yeni Yahudi göçmenler arasındaki gerilim 1948’de iç savaşa dönüşene kadar, program tarafından büyük ölçüde göz ardı ediliyor. Holokost’tan kaçanlar da dahil olmak üzere pek çok Yahudi göçmen, yerli Filistin nüfusuna karşı etnik temizlik operasyonlarında yer aldı.
Batılı güçlerin de yardımıyla 750.000 Filistinliyi, nihayetinde bir Yahudi devleti olarak kurulacak olan bölgelerden sürmeyi başardılar – bu bölgelerde yaşayan Filistinli nüfusun yaklaşık yüzde 80’i sürüldü. Bu operasyonlarda yok edilen yüzlerce yerleşim biriminden biri de Deyr Yasin’di.
Gantz bu katliamda yer almamıştır. Nakba’daki kendi rolü büyük ölçüde gizlenmiştir. Ama eski bir fotoğrafta Jimzu adlı etnik temizlikten geçirilmiş bir köyün yakınlarında makineli tüfek kullanırken görülüyor. Köyün 1.750 Filistinli sakini Nakba sırasında embriyon halindeki Yahudi devletinden sürülmüştü.
Gantz’ın oğlu Daniel ve torunu David, program yapımcıları tarafından Jimzu’nun bulunduğu yere götürülüyor. Bu sahnenin BBC tarafından ele alınış biçiminde son derece tatsız bir şey var.
Gurur gözyaşları
Bu sahne, İngiliz-Filistinli bir kadın olan Shereen’in, ailesinin üyelerinin Deyr Yasin’de İrgun adındaki Yahudi milis grubu tarafından nasıl katledildiğine dair yürek burkan tanıklıklarını dinlemesinin hemen ardından gelir. Örgütün iki lideri, Menachem Begin ve Yitzhak Shamir, daha sonra İsrail başbakanı olacaklardır.
Nakba’nın ilk aşamalarında İrgun, diğer Filistinlileri korkutmak ve kaçmalarını sağlamak için büyük, iyi duyurulmuş bir katliam –özellikle kadın ve çocuklara yönelik– yapmak istiyordu. Tel Aviv ile Kudüs arasındaki yola yakın stratejik konumunun yanı sıra, Deyr Yasin’in seçilmesinin nedenlerinden biri de buydu.
Shereen, ailesinden toplam 22 kişinin İrgun tarafından katledildiğini öğrenince yıkılmıştır.
Fakat anlatı hemen ardından, Gantz’ın Dani Operasyonunda Filistinli sivillerin saldırıya uğradığı, öldürüldüğü ve sürüldüğü Jimzu’daki kahramanlıklarını öğrenen Daniel ve David’e geri dönüyor.
Fakat Gantz’ın Dani’ye katılımı, onlara katılan İsrailli bir tarihçi tarafından sadece kahramanlık olarak sunuluyor. Anat Stern, üzerinde durdukları boş arazinin eskiden “bir Arap köyü” olduğunu söylerken gülümsüyor.
Stern baba ve oğula, savaşmak için bölgeye, bilmediği bir yere gelmeyi seçtiği ve “İsrail devletinin kurulmasına katkıda bulunduğu” için Gantz’la “gurur duymaları” gerektiğini söyleyerek sözlerini bitiriyor. Daniel ve David de gurur gözyaşları dökerken birbirlerine sarılıyorlar.
The Guardian’ın eleştirmeni bunu Kutsal Topraklar ve Biz’in “kilit anı” olarak nitelendiriyor ve şöyle yazıyor: “Daniel’in gururu ve minnettarlığı çok derin, milyonlar tarafından paylaşılıyor ve program tarafından büyük saygı görüyor.”
Yine de program tarafından öncelik verilen ve kutlanan şey –ve eğer The Guardian herhangi bir barometre ise, en azından batılı izleyiciler arasında bazılarına göre– Filistinlilerin etnik temizliği ve katliamından başka bir şey değildir. Avrupa’nın Holokost’u ile hiçbir ilgisi olmayan masumların.
Yahudi katılımcılar, katılırken bile bu çirkin tarihin kozası içindeymiş gibi görünüyorlar.
İkinci bölümde Rob Rinder, büyük amcasının Tiberya Gölü yakınlarındaki Filistinli kiracı çiftçileri mülksüzleştirmek için kurulan bir kibbutzun silahlı bir üyesi olarak, Yahudiliğin tikkun olam ya da “dünyayı onarma” ilkesini yerine getirdiğine inanıyor. Aynı kibbutz, Sha’ar HaGolan, bugün İsrail vatandaşlığına geçmiş olanlar da dahil olmak üzere tüm Filistinlilerin burada yaşamasını hâlâ yasaklıyor.
The Guardian eleştirisi şöyle diyor: “Kutsal Topraklar ve Biz, aile geçmişleri İsrail ve onu savunma dürtüsü etrafında dönen İngiliz Yahudilerini takip ediyor.”
Peki Gantz gibi İngiliz Yahudileri İsrail’i kimden “savunuyorlardı”? Bunun tek olası yanıtı bölgenin yerli Filistinli nüfusudur. Buradaki “savunma” etnik temizlik eylemlerini ifade etmektedir.
Devam eden Nakba
Batılılar bu kadar cahil ve duyarsız olmaya şartlandırılmamış olsalardı, 1948 olaylarının bu şekilde sunulmasının Shereen gibi bir Filistinli için ne kadar saldırgan görüneceğini ve BBC, Guardian ve biz izleyiciler için bunu kutlamanın ne kadar utanç verici olacağını hayal etmek zor.
Bunların hiçbiri tesadüf değil. BBC, müesses nizam medyasının geri kalanı gibi, dikkatimizi Deyr Yasin’deki katliamın gerçek sorumluluğunun nerede yattığından başka yöne çekmeye devam ediyor. Bu sorumluluk esas olarak Gantz gibi Siyonist Yahudilere ya da Holokost’tan kaçanlara ait değildir.
Aslında, program bu noktayı yine gizlese de, gerçek şu ki, Avrupa’daki Holokost’tan kaçan Yahudilerin çoğunun varmak istediği son yer Filistin’di. Onların tercih ettiği yer Amerika Birleşik Devletleri’ydi.
Ama tıpkı o dönemin Avrupalı liderlerinde olduğu gibi, ABD’li liderler arasındaki antisemitik ruh hali bu Yahudi mültecilerin çoğuna kapıları kilitledi.
Filistin’e geldiler çünkü bölge batılı güçler tarafından istenmeyen bir etnik grup için çöplük olarak görülüyordu. “Yahudi sorunu”, İngiltere’nin 1917’de Balfour Deklarasyonunda önerdiği gibi, Filistinlilere bedel ödetilerek çözülebilirdi.
Ve pazarlık sonucunda Batı, petrol zengini Arap Orta Doğu’ya Batı gücünü yansıtan vekil, bağımlı, askerileşmiş bir Yahudi devletine sahip oldu.
Programın yapması gereken şey gerçek kötüleri vurgulamaktı. Irkçı batı rejimleri, Avrupalı Yahudilere batı antisemitizminden kaçmak için tek bir güvenilir yol bırakmıştı: Filistinlileri mülksüzleştirmek.
Bunun yerine, Kutsal Topraklar ve Biz, Siyonist Yahudileri etnik temizleyiciler olarak kahramanlaştırmaya devam ediyor.
Bu eleştiriler karşısında BBC sözcüsü şu açıklamayı yapıyor: “Dizi, bu olaylara ilişkin her iki bakış açısını ve deneyimi, yer alan bireylerin kişisel perspektiflerinden görüldüğü üzere eşit şekilde ele almayı amaçlamaktadır.”
İsrailli Yahudiler, Filistinlileri 1948’de ve 1967’de tarihi Filistin’in geri kalanını ele geçirdiklerinde yaptıklarından biraz daha aşamalı olarak etnik olarak temizleseler bile, aynı siyasi yörünge bugün de devam ediyor. İsrail hala orada Batı’nın ileri karakolu olarak görev yapıyor ve Batı’nın gücünü Arap topraklarına yansıtıyor.
Filistinlilerin halk olarak yaşadıkları deneyimi “devam eden Nakba” olarak adlandırmalarının bir sebebi var. Çektikleri acılar ve mülksüzleştirilmeleri hiçbir zaman sona ermedi.
Hakikat ve uzlaşma
The Guardian’ın eleştirisi istemeden de olsa açıklayıcı bir soru soruyor: İsrail ve Filistin hakkındaki bu belgesel ‘her iki taraftaki izleyicilerin diğerine sempati duymasını sağlayacak mı?’
Ancak Filistinliler Holokost’ta Avrupalılar tarafından işlenen suçlar nedeniyle Yahudilere sempati duyabilirken, İsrailli Yahudilerden ya da Gantz’ın torunları gibi Nakba’dan gurur duyanlardan istenen şey sempati değildir.
Filistinlilerin anavatanlarının yıkıntıları üzerinde İsrail’i kurmak için işlenen tarihi suçlarla ve Filistinlileri daha da mülksüzleştirmek ve ezmek için bugüne kadar devam eden suçlarla yüzleşmeleri gerekmektedir. Bu sempati değil, hakikat ve uzlaşma gerektirir.
Filistinliler, İsrail-Filistin “çatışmasının” temelinde Nakba’nın yattığını BBC’nin kabul etmesi için 75 yıl beklemek zorunda kaldıkları gibi, İsrail apartheid yönetimi altında yaşadıklarını BBC’den duymak için 75 yıl daha beklemek zorunda kalacaklar mı?
Filistinlilerin ve İsraillilerin iyiliği için, öyle olmamasını umalım.