Marbuta Haber – @marbutahaber
Redwashing, bir devlet ya da yapının dikkatleri zararlı pratiklerinden uzaklaştırmak amacıyla sosyalizm ya da ilerici siyaset imajına başvurmasıdır.
Not: Pek çok Filistinli ve Filistin müttefiki, Redwashing’i “İsrail”in gülünç biçimde yerlilik söylemini silah hâline getirerek Turtle Island’daki (Kolonyal adıyla Kuzey “Amerika” kıtası, ç.n.) yerel halkın mücadelesini kendi yerleşimci kolonyal doğasını örtmek için sahiplenme girişimini tanımlarken kullanıyor. Biz ise bu yazıda Redwashing’i Filistin’de inşa edilen ilk Siyonist kurumların sosyalist olarak tasvir edilmesi ve günümüzde de süregelen Siyonizm’in solculuk ya da ilericilikle bağdaştığı şeklindeki iddialar bağlamında ele alacağız.
Giriş
“Şu tepedekiler yoldaşlarımız, o yerleşimden bize bakıyorlar. Ne güzeller! Dikkat edin, fazla yaklaşamayız yoksa en son yaptıkları gibi yine bize ateş ederler.”
Bunlar, bir Ürdün vadisi gezi rehberinin bir grup Filistinli öğrenciyi Eriha civarındaki Siyonist yerleşimlerin Filistinliler üzerinde neden olduğu günlük tahribatı göstermek için çıkardığı turda söylediği şaka yollu ifadeler. Rehber bu sözlerle bahsettiği spesifik yerleşimin bir zamanlar bir kibbutz; Filistin topraklarında Yahudi yerleşimleri olarak inşa edilen ve korunan tarım kolektiflerinin bir parçası olduğuna işaret ediyor. Kibbutzlar, daima süslü ve romantize bir dilin nesnesi oldu ve ideal sosyalist eşitlikçilik olarak sunuldu. Oysa Filistinlilerin öğrenmek zorunda kaldıkları gibi kibbutzların amacı da kibbutzları kuranların fikir ve eylemleri de eşitlikçilikle tamamen ilgisizdi ve dahi bugün hâlâ Filistinlileri sömürmeye ve mülksüzleştirmeye devam eden ırkçı ve kapitalist bir tahakküm sisteminin yerleşmesini beraberinde getirdi. Filistinliler, Ürdün vadisi rehberi gibi Siyonizm’in yerleşimci kolonyal tezahürünün sonuçlarıyla yaşamak zorunda kaldı ki bu sonuçlar genellikle eşitlik ve anti-emperyalizm gibi sosyalist ideallerin çığırtkanlığını yapan Siyonistler tarafından meydana getirilmişti. Nihayetinde, Filistinlilerin etnik kıyımını, Nekbe’yi planlayan ve uygulayanlar İşçi Partili Siyonistlerdi.
Maalesef kibbutzların ya da “İsrail”in İşçi Partili kurucularının sosyalist ya da solcu olarak resmedilmesi aksi yöndeki tüm kanıtlara karşın inatçı ve hâlâ kendini gösteren bir yanılgı. Kendilerini solcu ya da en azından ilerici olarak tanımlayan Siyonistler (Filistinliler tarafından “Filistin hariç ilerici” olarak tanımlanıyorlar) sözde ideolojilerinin ve destekledikleri devletin herhangi bir özgürlük hedefiyle tamamen çeliştiği gerçeğiyle hesaplaşmakta başarısızlar. Bu yazının amacı, çeşitli Redwashing biçimlerini; Siyonizm ve Siyonizm’in pratikteki karşılığı olarak “İsrail” devletinin geçmişte ve günümüzde solcu ya da ilerici olarak sunulmasını ve böylece Siyonizm’in yerli Filistin halkı üzerindeki korkunç sonuçlarının görünmez kılınmaya çalışılmasını kritik etmek. Siyonist yerleşimci kolonyalizm, tüm yerleşimci kolonyalizmler gibi sosyalizmle bağdaşmaz ve bağdaşmayacaktır. Bu yüzdendir ki “İsrail” devletinin ve toplumunun aşırı sağ fanatizme doğru giden eğilimi, Bazı Siyonistlerin iddia ettiği gibi “ilk değerlerden” sapma değil, kaçınılmaz bir olgudur.
“Sosyalist” Siyonizm
Sosyalist Siyonistler ilk olarak Theodor Herzl’in Yahudi milliyetçiliği ile sosyalizmin sentezlenmesine karşı çıkan Siyonist Kongresiyle aralarına mesafe koydular. Ayrıca Vladimir Jabotinksy’nin faşizme açıkça sempati duyan Revizyonist Siyonizm’i ile de mesafelendiler. Revizyonist Siyonizm’in faşizm sempatisinin boyutunu görmek için bir Revizyonist gazetede Hitler ile ilgili çıkan şu ifadelere bakmakta yarar var: “Hitler’in hareketinin bir kabuğu ve bir de çekirdeği var; anti-semitik kabuk bir köşeye atılmalı; anti-Marksist çekirdek değil.”
(https://us.macmillan.com/books/9780805066609)
Sosyalist Siyonist kamp, Moses Hess ve Ber Borochov gibi Ortodoks Marksistlerden İşçi Partili David Ben Gurion gibi sonradan “İsrail”in ilk başbakanı olacak popülist sosyalistlere uzanan bir yelpazeyi kapsıyordu.
Bir zamanlar “sosyalist” Siyonizm, sosyalizmin ezilen Avrupalı Yahudiler arasındaki popülerliğini esas alan en belirgin Siyonizm versiyonuydu; ancak geniş bir Yahudi nüfusu, Siyonizm’e karşıydı. 1905’te Yahudi işçilerin anti-Siyonist devrimci örgütü Bund, Siyonizm’i hem anti-semitizm için bulduğu “çözüm” hem de Arapların kolonileştirilmesi nedeniyle kınadı ve Siyonistleri sendikalarında barındırmamak için aktif olarak çalıştı. 1910’da sosyalist Karl Kautsky şunları yazdı:
“İnsanlara yaşadıkları toprak üzerinde hak veren emektir; bu yüzden Yahudilik Filistin üzerinde hiçbir hak iddia edemez. Emek hakkı ve demokratik kendi kaderini tayin hakkı temelinde bugün Filistin, üzerinde hak iddia eden Viyanalı, Londralı, New Yorklu Yahudilere değil, ülkenin nüfusunun çok büyük bir kısmını oluşturan Araplara aittir.”
Bunlara karşın “Sosyalist” Siyonistler özgürleştirici sosyalizmi gerici etnik milliyetçilikle zar zor bir birleştirme çabası içine girdiler ve nihayetinde ikincisini seçtiler. Bir zamanlar Marks ve Engels’in arkadaşı olan Moses Hess, Yahudi kurtuluşu ile Yahudi milliyetçiliği arasında bir seçim yapılacaksa ilkinden vazgeçilebileceğini yazacak ve Marks ile Engels’in kendisini “Burjuva toplumunun savunucusu olmak” ile itham etmesine yol açacaktı. Siyon İşçiler (Po’ale Zion) adlı birliğin kurucusu Ber Borochov, Yahudi olmayan işçilerle herhangi bir birleşmeyi reddederek Rusya işçi hareketinde oldukça gerici bir rol oynadı ki bu zihniyet Filistin’de Yahudi ve Filistinli işgücünün planlı olarak katmanlandırılmasına değinirken daha ayrıntılı incelenecektir. MAPAI (“İsrail” Toprakları İşçi Partisi – bugünün İşçi Partisi) kurucusu Ben Gurion, “Yahudi Ulusal Fonunun sahibi olduğu topraklar üzerinde yalnızca Yahudi işgücü” fikirlerini savunarak 1922’de şunları deklare etti: “Düşüncelerimiz ve eylemlerimizde baskın olan tek büyük kaygı, toprağın fethi ve onun büyük göçle (Aliya) inşasıdır. Gerisi ise laf u güzaftır.” (https://www.haymarketbooks.org/books/377-the-false-prophets-of-peace)
Siyonist İşçi Hareketi, ne özel mülkiyete karşı herhangi bir ilkeli argüman ortaya koydu ne de kapitalist sistemle mücadele etti. (https://www.haymarketbooks.org/books/377-the-false-prophets-of-peace) Gelişmekte olan burjuvaziden talebi, üstlendiği rol gereği toprağı geliştirmek ve göçmenleri çekmek ayrıca yerel ekonomi, üretim biçimi ve pazar payı üzerinde tamamen İşçi Partisi tekelini sağlayarak Siyonist milliyetçi projeyi genişletmek için özel sermayeydi. Ben Gurion ve İşçi Partisi Siyonizmi, sıkça ve açıkça sınıf dayanışması yerine etnik ve milli çıkarların yüceltilmesini, sosyal hiyerarşinin, etnik hegemonyanın ve dini baskının güçlendirilmesini savundu. (https://jacobin.com/2016/10/kibbutz-labor-zionism-bernie-sanders-ben-gurion/)
Önde gelen Filistinli Marksistlerden Ghassan Kanafani, Filistinliler ve Yahudiler arasında gerçek bir ilerici işçi hareketi niteliği taşıyan 1936 Arap isyanı için şunları yazdı:“[İşçi hareketi] ezici darbeler aldı… Hızla faşist bir karaktere bürünen Siyonist hareket, çoğu lideri Yahudi olan Komünist Parti’yi izole ve imha etmek için silahlı terörizme başvurdu.”Ve nihayetinde 1945’te İşçi Partili Siyonistler, İngiliz velinimetlerine bağlı olarak yukarıda bahsi geçen Revizyonist Siyonistlerle birleşecek ve Filistinlilere savaş açacaklardı.
Bunun sonucunda pek çok eğilimden Siyonist, Filistin ekonomisini yok etmek, Filistinlileri işgücü piyasasından çıkarmak ve dahi Filistinlilerin orada bulunmuş olduklarına dair anıları silmek için çalıştılar ve bu çalışmaların çoğu, İngilizlerin desteğiyle mümkün oldu. Tüm bunlar, öncü Siyonistlerin üç sloganına (toprağın fethi, işgücünün fethi ve toprağın üretimi) yansıdığı gibi çok cepheli bir savaş yürütmek anlamına geliyordu.
Kibbutz
Kibbutzların inşasıyla olması için uğraşılan şey toprağın fethi ve toprağın üretimiydi. Siyonist kolonyalizmin bu yönü, toprağın Yahudilerin yerleşmesi ve işlemesi için ulusun mülkiyetine verilmesiyle tarihsel olarak Siyonist işçi kurumlarının görünüşte sosyalist ideolojisinin somut örneği şeklinde algılandı. Ancak bu model sosyalist değerlerle herhangi bir yakınlıktan/ bağdan türemiş değildir. Sorgulayıcı biçimde yaklaşmadan kibbutzları sosyalist bir proje olarak tasvir eden literatür, devletin toprak mülkiyeti ile tarımsal kapitalizm arasında bir çelişki olmadığını ve kibbutzların toprağı hangi yöntemle ve ne amaçla sömürdüğünün analiz edilmesi gerekliliğini yok sayıyor.
Esasında kibbutzların amacı üyeleri tarafından değil; sermayesi Filistinli işçileri boykot etmek gibi koşulları da içinde barındıran toprak ve diğer üretim araçlarıyla gelişip ilerleyen Yahudi Ulusal Fonu tarafından belirlenmiştir. Öyle ki Yahudi Ulusal Fonu, İngilizlerin de desteğiyle Filistinli işçi çalıştıran Yahudilere ceza vermeye kadar gitmiştir.Kibbutzların asıl anlamı “sosyalist özellikleri” değil Siyonist kolonyal projeye sağladığı jeopolitik ve askeri hizmetlerdir.Kibbutzlar, Filistinlileri topraklarından çıkarmayı ve Filistinlilerin ürünlerini hasat etmeyi sürdürerek Filistinlilerin mülklerine el koymuş ve böylece edinilen bir çeşit ilkel sermaye birikimi Siyonist ekonominin gelişimini sağlayarak 1948’deki sürece giden yolları açmıştır.
Yıllar sonra hâlâ Yahudi olmayanların çöp toplamak gibi hizmetçilik işleriyle sömürülmeleri dışında kibbutzlara üyelik izni yok. Bu durumun en bariz örneklerinden biri, kibbutzüyeleri pamuk hasadının modern biçerdöver yerine çok düşük ücretler ödenen Filistinli kadınlar tarafından yapıldığında daha ucuza geldiğini fark ettiklerinde ortaya çıkmıştır. Pamuk toplama işini yapan Filistinli kadınlar “Biçerdöver Fatma” olarak adlandırılmıştır ki bu ifade hâlâ gündelik İbranicede kullanılır. Bir Dürzi, Ben Gurion’un dahilinde öldüğü Sde-Boker adlı kibbutzun üyeliğine “İsrail” ordusuna katılmak başta olmak üzere Yahudiliğe geçmeden asla Yahudi bir kızla evlenmeye kalkışmaması, Yahudi bayramlarını kutlaması ve Dürzi bayramlarını kutlarken dikkat çekmemesi ve dahi bu çerçevede bir dizi aşağılayıcı maddeyi kabul etmesikoşuluyla üye yapılmıştır.
Kibbutzların militan doğasına ilişkin olarak, kibbutzların oluşturulduğu koşulların sonuçları “İsrail” askeri saldırılarına katılan kibbutz üyeleri sayılarında görülebilir. “İsrail”in 1982’deki Beyrut işgalinde, Beyrut’taki Filistinli mülteci kamplarının, Beyrut’un ve Lübnan’ın çeşitli bölgelerinin ağır biçimde tahrip edildiği süreçte “İsrail” hava kuvvetleri pilotlarının %25’i; ordudaki subay birliklerininse %30’u kibbutz üyelerinden oluşmaktaydı. Kibbutzları bu kadar önemli yapan “her şeyden önce militarist bir kurum, gençlerin düşünmeyen askerler ve katı ordu memurları olarak yetiştirildiği bir yer olmasıdır. Geri kalanı tali meselelerdir.” (https://www.jstor.org/stable/41857766?seq=1) Yıllar boyunca kibbutzları ziyaret eden, kibbutzların ayrımcı ve militarist doğasının Redwashing sürecinde yer alan ve Filistin köylerini ilkel görerek yok sayan çok sayıda Batılı sosyalist, kibbutzlarla ilişkin herhangi bir şeyden ziyade kendi oryantalizmleri ortaya koymaktadırlar. Tahmin edilebileceği gibi, kibbutzları ilerici bir model olarak lanse eden bu Batılı sosyalistler, Filistin işçi sınıfı hareketinin olmadığını iddia eden eski Siyonist çizgiyi sorgusuz sualsiz kabul etmişlerdir. Tıpkı Yahudi Ajansı temsilcisi ve “İsrail” bankası ilk müdürü David Horowitz’ın dediği gibi:
“Filistin’de sosyal yaşamın dokusu modern endüstriyel bir ulusa değil, oryantal, geri ve feodal bir topluma aittir.(https://www.jstor.org/stable/41858114?seq=1) Bu sosyal koşullar, fellahlardan (Filistinli çiftçiler) Yahudi kolonizasyonun onlara sağladığı yararları çalıyor.”
Bu argüman tabii ki Filistin’in kolektif toprak sahipliği pratikleriyle çelişmekte ve toprak uygulamalarının doğasını fazlaca basite indirgeyerek her şeyden önce Filistinlilerin toprağı hak etmedikleri, toprağın Yahudilerin hakkı olduğu argümanı için araç olarak kullanmaktadır.
Sınıf Dayanışması Yerine Siyonizm
İşgücünün fethi, Siyonist projeyi ilerleten Histadrut tarafından sürdürülmüştür. Histadrut, Siyonist işçi sendikalarını kapsayan bir organizasyondur; ekonomik üretim ve pazarlama, savunma, işgücünün kontrolü gibi kilit alanlarda hakimiyet sağlamış ayrıca bol ve ucuz Filistinli işgücüyle rekabetten kaçınmak için serbest piyasa dışında iş alanları üretmiştir. Böylece Histadrut sendika olgusu dışında kendi endüstriyel, finansal yapısını, ulaşım ve servislerini kendi kuran bir “sendika” olarak vücuda gelmiştir. Ghassan Kanafani bundan şöyle bahseder:
“Histadrut, politikasını şunları deklare ederek özetlemiştir: ‘Arapların Yahudi işgücü pazarına nüfuz etmelerine izin vermek, Yahudi sermaye akışını Arap gelişiminin hizmeti için çalıştırmaktır ki bu durum, Siyonist hedeflerle çelişir.”
(https://www.marxists.org/archive/kanafani/1972/revolt.htm)
Dahası, Filistinli sendikacı George Mansur’un Arap İşçiler Topluluğu ile örgütlendiği ve 1936 Genel Grevini oluşturacak süreç hakkında yazarken belirttiği gibi Histadrut’un temel amacı bütün sektörlere olabildiğince çok Yahudi yerleştirmek ve Filistinlileri bütün sektörlerden dışlamaktı. (https://researchbank.swinburne.edu.au/file/061b73be-ae7c-4e2a-83fb-89a7c69b853c/1/PDF%20%28Settler%20Colonial%20Studies%202_1%20-%20Mansour%29.pdf) Histadrut üyelerinin bakış açısı şuydu:
“Hangi sayıda Arap işçinin işsiz olduğu önemli değil; hiçbirinin muhtemel bir göçmenin alabileceği işi alma hakkı yoktur. Hiçbir Arap, Yahudi girişimlerinde çalışma hakkına sahip değildir. Araplar örneğin Hayfa ve Yafa limanlarındaki diğer işlerden de dışlanırlarsa iyi olur, ‘Tel Aviv’de yeni bir liman inşa edilir ve Yafa limanları yıkılırsa iyi olur. Bazı Yahudiler portakal bahçelerinde -ister ucuz işgücüne sahip olmak ister birazdan söylenecek kanıt meselesi için olsun- hâlâ Arap işçiler çalıştırıyorlarsa bu Siyonizm’in Araplara iş sağladığının kanıtı olarak kullanılabilir. Fakat şayet Arap işgücü baskı ve fişlemeyle kovulabilirse bu çok daha iyidir. Histadrut bunu yapabildiği sürece tek bir Arap işçi dahi çalıştırmadı; çalıştırmak zorunda kaldığındaysa onlara kendi adamlarına ödediği ücretin yarısını ödedi ve her fırsatta iş sahalarından Arapları dışladı.”
Nahla Abdo, “Irkçılık, Siyonizm ve Filistin İşçi Sınıfı” adlı parlak makalesinde (https://www.tandfonline.com/doi/abs/10.1080/19187033.1992.11675434) Filistinli istihdamı yerine Yahudi istihdamının teşviki politik ve diplomatik araçlarla başarılamadığındagenellikle nasıl güç kullanıldığını ortaya koymuştur. Histadrut tarafından “İşgücü Korumaları” şeklinde adlandırılan terör çeteleri, Filistinli işçilerin çalıştırıldığı tüm yerleşimler ve şantiyelerde görevlendirilmiştir. İşsizlerden ve iş arayan yeni yerleşimcilerden oluşan bu “İşgücü Korumaları” genellikle iş sürecini kesintiye uğratmak ve hem Filistinli işçiler hem de Yahudi işverenlere saldırmak gibi eylemlerde bulunmuşlardır. Bu çetelerin en bilinen eylemlerden biri, bugün adı “Kfar-Saba” olarak değiştirilmiş bulunan Milabbis köyünde olmuş; çiftliğinde Filistinli işçi çalıştıran Yahudi bir işverenin Filistinli işçileri dağıtması için köye 40 çete üyesi gönderilmiş, Yahudi işveren bunu reddedince hem Yahudi işveren hem de Filistinli işçiler, çete tarafından saldırıya uğramıştır.
“İsrail” İşçi Partisi liderlerinden David Hacohen,Filistinlilerin mülksüzleştirilmesi ile sosyalizmi bağdaştırmanın ideolojik zorluklarına değinirken Ghassan Kanafani, George Mansur ve Nahla Abdo’nun bulgu ve tespitlerini de kendi sözleriyle onaylamış bulunmaktadır. Hacohen, şunları söylemiştir:
“Yahudi sosyalizmi meselesi üzerine, sendikama; Histadrut’a Arap işçi kabul etmeyeceğim olgusunu savunmak için arkadaşlarımla kavga etmek zorunda kalmıştım; ev hanımlarının Arapların dükkanlarından alışveriş yapmamaları için tembihlenmesini, meyve bahçelerinin önünde nöbet tutarak Arap işçilerin oralarda iş almasının engellenmesini, Arap satıcıların domateslerine gazyağı dökülerek domateslerin zehirlenmesini, Arap satıcılardan alışveriş yapan Yahudi ev hanımlarına saldırılmasını ve satın aldıkları yumurtaların kırılmasını savunmak için.” (https://electronicintifada.net/content/histadrut-israels-racist-trade-union/8121)
Yahudi işgücünün böyle öne çıkarılması, 1937 tarihli resmi nüfus sayımında ortalama bir Yahudi işçinin Filistinli meslektaşına kıyasla %145 fazla ücret aldığının kayda düşülmesiyle sonuçlarını göstermiştir. Yahudi ve Arap kadınların çalıştırıldıkları tekstil fabrikalarında Yahudi işçilere verilen ücret Arap işçilere verilenden %433; tütün fabrikalarında ise %233 daha fazla olmasıyla ücretler arasındaki açık absürt sayılara ulaşmıştır. Temmuz 1937’ye kadar ortalama bir Filistinli işçinin aldığı ücret %10 düşerken Yahudi işçinin aldığı ücret %10 artmıştır. Sonuçta, tüm bu açıklananlar Gherson Shafir’in Siyonist hedeflerin özüne dair tezini doğrulamaktadır; Siyonist hedef -Filistin’de Yahudiler için Avrupa yaşam standartlarında bir milli vatan inşa etmek- Siyonistlerin Filistinlileri yerlerinden çıkarma ve işlerini fethetme uğraşları sırasında Filistinlilere karşı militarist ve milliyetçi bir yaklaşım geliştirmelerini gerektirmiştir.
Dolayısıyla Siyonizm, İngiltere ile işbirliği içerisinde, ilerici bir Yahudi işçi hareketinin gelişiminin ve Yahudi-Arap proleter kardeşliğinin altını başarıyla oymuş ve gerici Histadrut, Yahudi işçi hareketinde tamamen baskın hâle gelmiştir. Hayfa ve Yafa’daki Filistin işçi federasyonları dahilindeki ilerici güçlerin etkisi azalmış, bu da sahayı politik eylemi tekelleştiren gerici güçlerin kontrolüne açık hâle getirmiştir.
Sosyalist “İsrail” Miti
Nisan 1951’de, “İsrail” devletinin kuruluşunun üzerinden henüz üç yıl dahi geçmemişken Ben Gurion, “İsrail”i sosyalist ya da kapitalist bir devlet değil bir Yahudi devleti olarak gördüğünü deklare etmiştir. (https://books.google.ps/books?id=bkBAQZCmNacC&pg=PA89&lpg=PA89&dq=ben+gurion+our+state+is+neither+a+capitalist&source=bl&ots=XV3E9hC2Ml&sig=ACfU3U0zFn_42QPZNyoBhDlFeU68pMBSUA&hl=ar&sa=X&ved=2ahUKEwjisePamKbwAhUX_7sIHfPdCL4Q6AEwB3oECAYQAw#v=onepage&q=ben%20gurion%20our%20state%20is%20neither%20a%20capitalist&f=false)
Ayrıca birçok analiz, “İsrail”in 80lerin ortalarına kadar “sosyalist tipte” bir ekonomi olduğunu iddia ederken meselenin özüne baktığımızda şunu görüyoruz ki “İsrail” ekonomisinin onyıllarca devlet kontrolünde olması ve Siyonist işçi hareketi tarafından yönetilmesi sosyalist ideolojinin yansıması değil içinde geliştiği bağlamın sonucudur. (https://www.jstor.org/stable/10.1525/jps.2003.32.4.5?seq=1) Kolonizasyon döneminde güçlü bir yerli Yahudi kapitalist sınıfının yokluğu, devleti (ya da ön-devleti) yatırımı kontrol etmeye yönlendirmiştir; fakat bu kontrol özel sermaye karşıtı değildir. Aksine 1948’den itibaren devlet, birkaç kilit aileyi devlet ve yarı-devlet işletmelerle ortak projeler ve yatırımlar üstlenmeye teşvik ederek kapitalist sınıfı besleyip geliştirmeyi amaçlayan bir politika izlemiştir. Devlet liderliğindeki sınıf oluşturma sürecindeki kırılma noktasıysa 1985’teki Ekonomik Stabilizasyon Planıdır (ESP)ki bu plan devletten bağımsız bir özel sermaye sınıfınınoluşumunun önünü açmıştır.
Ve dahi “İsrail” devleti derin biçimde ırk ve sınıf düşmanlıklarına dayanır: 1948’de yerli Filistinli popülasyonun büyük bir kısmının bölgeden çıkarılması, kolonyal durumlarda geleneksel olarak bulunan sömürülmeye hazır işçi sınıfının yokluğu ile sonuçlanmış, bu nedenle “İsrail” devleti, Batı Asya ve Kuzey Afrika’daki Yahudileri (“Mizrahiler”) getirip yeni kurulan devlete yerleştirmeyi amaçlayan büyük bir göç programına başlamıştır. Getirilen “Mizrahiler” devletin ekonomik kurumlarının üzerine inşa edilebileceği bir işçi sınıfı oluşturmayı başarmışlardır. 1967’de Gazze ve Batı Şeria’nın işgali ile birlikte “İsrail”in iç pazarının büyüklüğü de artmış ve “İsrail” Filistin popülasyonundan yeni, ucuz ve oldukça sömürülebilir bir işgücü kaynağı elde etmiştir. 1985’e gelindiğinde Batı Şeria ve Gazze’deki işçilerin yaklaşık üçte biri “İsrail”de çalışmaktadır.
Filistinlilerin işçileştirilmesi, toplumsal hiyerarşide Filistinlilerden bir basamak üstte bulunan “Mizrahi” yerleşimcilerin protestolarını da dindirmiştir, “Mizrahi” yerleşimciler genellikle Aşkenazi yerleşimciler tarafından maruz bırakıldıkları ayrımcılıkla savaşmak yerine bu görece ayrıcalıklı olma durumuna (https://www.marxists.org/history/etol/document/mideast/toi/chap2-05.html#top) sıkıca sarılmayı tercih etmişlerdir. “İsrail”e göç eden “Mizrahi” yerleşimciler genelde Araplar, Afrikalılar ve her türden yerli ile özdeşleştirilmekten hoşlanmamışlardır ve hâlâ da hoşlanmazlar; genellikle “İsrail” toplumu dahilindeki en şovenist, ırkçı ve ayrımcı unsurların yanında yer alırlar. “İsrail” Komünist Partisi üyeleri Moche Machover ve Akiva Orr, onyıllar önce şunları yazmışlardır:
“Materyal ya da sendikal meseleler temelinde mobilize olarak‘İsrail’ rejiminin kendisiyle mücadele eden hiçbir ‘İsrailli’ işçi hareketi yoktur; çok küçük bir işçi topluluğunun dahi bu şekilde mobilize olması mümkün değildir. Aksine ‘İsrailli’ işçiler ulusal bağlılıklarını daima sınıfsal bağlılıklarının önüne koyarlar. Belki bu durum gelecekte değişebilecek olsa dahi bu değişim ihtimali durumun neden böyle olduğunu analiz etmemiz gerekliliğini ortadan kaldırmıyor.”
Durum böyle çünkü Siyonizm, Yahudi olmayan ve Yahudi Araplar arasına; genel olarak Filistinliler ve Yahudiler arasına ırkçı bölünmeler yerleştirmiştir. Bu bölünmeler, “İsrail”toplumu için “devrimci” stratejileri gelecekte Filistinliler ve “Mizrahiler” arasında ortak sömürü koşulları ya da kültürel yakınlık temelli bir ittifak (Zamanında “İsrailli” Kara Panterler Partisi tarafından “İsrail”in Filistinlilere karşı uygulamaları Amerikan emperyalizmine, Filistinlilerin mücadelesiyle ABD’deki siyahilerin mücadelesine benzetilerek yapıldığı gibi) çerçevesinde olanlarca akılda tutulmalıdır.*
Marks’ın sözü meşhurdur: “Başka bir halkı baskı altında tutan bir halkın kendisi de özgür olamaz.” Marks’ın bu sözlerle kastı yalnızca ahlaki bir yargı değildir; yöneticilerinin başka bir halkı baskı altında tutuğu, başka bir halka zulmettiği bir toplumda sömürülen sınıf bunun aktif olarak karşısında durmadığı sürece kaçınılmaz biçimde suç ortağı olacaktır; tıpkı “İsrailli” Yahudilerin Siyonizm’e karşı olmayarak Filistinlilerin uğradıkları zulme ortak oldukları gibi.
Emperyalizm Sunar: “İsrail”
1969’da Filistinli komünist Jabra Nicola ve Machover şunları yazmıştır: **
Filistin halkı, emperyalizm tarafından desteklenen Siyonizm’e karşı bir savaş veriyor; diğer yandan da yine emperyalizm tarafından desteklenen Arap rejimleri ve Arap gericiliğitarafından tehdit ediliyor. Emperyalizmin Batı Asya’da çıkarı olduğu sürece doğal müttefiki Siyonizm’den desteğini çekmesi ve onun yıkılmasına izin vermesi mümkün değildir; onu, Arap petrolünün son damlasına kadar savunacaktır.” (https://oldwebsite.palestine-studies.org/jq/fulltext/78424)
Eklemek isteriz ki “İsrail”in emperyalizm adına kullanışlılığı “Arap petrolünü” de kapsar ama bunun ötesindedir. Siyonizm, en başından beri geniş ölçüde İngiltere desteği almıştır çünkü pek çok Siyonist lider, davalarını geri kalmış Doğulu sürülerin önüne bir set çekmek şeklinde sunmuşlardır. (https://kar.kent.ac.uk/47602/) Sol Siyonistler dahi Filistin’de yaptıklarını bu çerçevede sunmuştur ki yaptıklarının sosyalist bir devrim için verimli bir zemin oluşturmadığı açıktır.
Daha yakın geçmişe gelirsek, ABD’nin “İsrail” için zamanla daha da artan aşırı harcamalarına baktığımızda bu yatırımın getirisinin yalnızca ekonomik kâr olmadığını görüyoruz. Bu konuda onyıllar önce söylenenler 21. Yüzyıl’da da geçerliliğini koruyor:
“İsrail’e verilen rol bir bekçi köpeğininkinden çok da farklı değildir. Şayet bu ABD ve İngiltere’nin çıkarlarına ters düşecekse Arap devletlerine yönelik agresif bir politika izleyeceğinden korkmaya gerek yoktur. Ancak şayet Batı şu ya da bu nedenle gözlerini kapatmayı tercih ederse ‘İsrail’in Batı’ya karşı davranışları uygun sınırları aşan komşu devletleri şiddetle cezalandıracağından kimse kuşku duymamalıdır.” (https://www.marxists.org/history/etol/document/mideast/toi/chap2-05.html#n15)
Esasında tüm “İsrail” ekonomisi, Siyonizm’in ve yerleşimciler toplumunun Batı Asya’da yerine getirdikleri özel politik ve askeri rol üzerine kuruludur. Bu rolü akılda tutmak, “İsrail”e sermaye girişinin çok büyük bir kısmının neden ekonomik kazanç amaçlı olmadığını ve kâr kaygısından uzak olduğunu açıklayacaktır. Örneğin, ABD’deki Siyonistler tarafındanbaşka bir ülkeye gönderilmek için toplanan paralar, ABD Hazine Bakanlığı tarafından “hayır bağışı” olarak kabul ediliyor ve gelir vergisi muafiyetinden yararlanma hakkına tabi tutuluyor. Bu bağışlar ABD Hazine Bakanlığının iyi niyetine bağlı ve bu iyi niyetin kesilmesinin yalnızca “İsrail”in ilkeli bir anti-emperyalist politika uygulamasıyla gerçekleşebileceğini varsaymak makuldür. Bağışlar şunu gösteriyor ki “İsrail” toplumu dahilinde sınıf çatışmaları olmasına karşın toplum bütün olarak dışarıdan sübvanse edilme gerçeğine bağlıdır. Bu ayrıcalıklı statü, “İsrail”in bölgedeki rolü ile ilgilidir ve bu rol devam ettiği sürece iç toplumsal çatışmaların devrimci bir nitelik kazanması mümkün değildir.
Günümüzde Redwashing
Bernie Sanders’ın 2016 ve 2020 seçim kampanyaları kibbutzların “sosyalist doğasına” dair yeni bir tartışma ateşledi ve kolektif olarak ana akım medya Sanders’ın bir komün geçmişi olduğu bilgisiyle çalkalandı. Gayet tabii Filistinliler ve özellikle Filistinli solcular görmezden gelindi; onlara kibbutzların aslında ne olduğuna dair bir şey soruldu ne de söyledikleri dinlendi. Filistin işçi sınıfının Siyonizm’e direnişinin silinmesi bugün sosyalizm ve genel olarak sol her zamankinden daha tabuyken 20. Yüzyıl’da Siyonist proje tüm hızıyla ilerken olduğundan belki çok daha yoğun seyrediyor. Kendilerini solcu olarak tanımlayan Siyonist sayısı çok az ve “İsrailli” gençler günden güne daha da sağcılaşıyor. Siyonizm’in bugün hâlâ Filistinliler ve Yahudiler arasındaki dayanışmanın altını oyan ırkçı tarihi görmezden gelinerek ya da meşrulaştırılarak Siyonizm’i belli belirsiz biçimde “ilerici” olarak tasvir etmeye odaklanılıyor. (https://overland.org.au/2020/07/why-we-cannot-be-progressive-except-for-palestine/comment-page-1/)
Ne Yapmalı, Filistin Versiyonu
Basitçe ifade etmek gerekirse emperyalist destekli etnonasyonalizmi tarihsel süreç dahilinde Yahudi ve Filistinli komünistlerin sunduğu kurtuluş alternatifine defalarca tercih eden Siyonist kurumlar ve “İsrail” devleti hiçbir zaman sosyalist olmamıştır ve dahi olamaz. Bugünkü durum, Likud Partisi, “Araplara Ölüm” sloganı atan Kahanist kült ve kapitalist cehennem manzarası başından bu yana şayet kaçınılmaz değilse bile şaşırtıcı değildir. Etnisite ya da din yerine sınıf dayanışmasına temelinde, herkes için bir özgür Filistin hâlâ mümkün; ancak Siyonizm’in kitlesel reddi ve kolektif hareketlerle güç dengesinde bir değişim sağlanarak “İsrail”in bölgedeki politik-askeri rolünün ortadan kaldırılması koşuluyla. (Yazıda da ifade edildiği üzere “İsrail”in bölgedeki varlığı bizzat yerine getirdiği rolle doğrudan bağlantılı olduğundan bunun “İsrail”in ortadan kaldırılması anlamına geldiği açıktır, ç.n.) Hâlâ Filistin’de sosyalist Siyonizm fantezileri etkisinde olanların Siyonizm’i terk ederek Filistinlilerin yanında örgütlenmeleri daha iyi olacaktır.
*”Mizrahi” üzerinde herhangi bir fikir birliği bulunmayan birkitleyi kapsayan, belirsiz bir ifade. “Mizrahi” özelinde “Arap Yahudi” tanımı oldukça yetersiz çünkü örneğin İranlı Yahudi yerleşimciler de “Mizrahi” kategorisinde değerlendiriliyor. Mizrahilerin bir kesiminin Liberal Siyonizm dahilinde gün geçtikçe büyüyen rollerine, “aynı kültürden gelmek” gibi bir zeminde Filistinlilerin arasına girmeye çalışarak iki devletli çözüm ajandasını teşvik etmelerine karşı okurlarımızı uyarmak isteriz. – Marbuta Haber’in notu.
**Moche Machover, 1968’de işgal altındaki Filistin’i terk etmiş ve “İsrail” vatandaşlığından çıkmıştır. İşgal altındaki Filistin’de yaşamına devam eden bir yerleşimciyle herhangi bir müttefiklik ilişkisi kurmanın Filistin’in kurtuluş ilkelerinin (Al Thawabet) dışında yer aldığı temelinde bu bilgiyi vermek isteriz. – Marbuta Haber’in notu.
Kaynak: