İran çatışmaya sürükleniyor

Aleks Eror
Unherd
Çeviren: Erman Çete – @ermancete

Marbuta’da yayınlanan çeviri analizler, Marbuta’nın görüşlerini yansıtmamaktadır. Marbuta; bölgedeki gerilimlerin, dinamiklerin ve değişimlerin anlaşılabilmesi amacıyla görüşlerine katılmadığı çeviri analizleri de yayınlayabilir.

Avrupa’nın ittifaklar ağı her zaman neredeyse anlaşılmaz bir şekilde karışık olmuştur. Birinci Dünya Savaşı’nın nedenleri konusunda hâlâ bu kadar şiddetli anlaşmazlığa düşmemizin nedenlerinden biri de budur: Franz Ferdinand suikastı milyonlarca iplikten örülmüş bir fitili ateşlemiştir. Batı medyasının şu anda Güney Kafkasya’da patlak veren çatışmaya çok az ilgi göstermesinin nedenlerinden biri de budur. İran, Azerbaycan, Türkiye, Ermenistan ve hatta belki de İsrail, Avrasya’nın geri kalanına şok dalgaları gönderebilecek yıkıcı bir çatışmanın eşiğinde sallanıyor.

İran ve Azerbaycan arasındaki gerilim yılın başından bu yana yükseliyor. Mart ayında Azerbaycan, İsrail’de büyükelçilik açan ilk Şii Müslüman çoğunluğa sahip ülke oldu. Ülkeler arasında en büyük Şii çoğunluğa sahip ve İsrail’in tarihi jeopolitik düşmanı İran bunu hoş karşılamadı. Aynı şekilde 2020 yılında, İsrail yapımı Harop insansız hava araçlarının, İkinci Dağlık Karabağ Savaşı’nda Azerbaycan ordusunun Ermenistan’a karşı zafer kazanmasına yardımcı olmada çok önemli olduğunu kanıtladığında da bunu onaylamamıştı. İsrail ve Azerbaycan arasındaki bağlar giderek daha da sıkı hale geldi ve geleneksel olarak Kafkasya’da baskın bölgesel güç olan Rusya’nın Ukrayna’daki angajmanı nedeniyle dikkatinin dağılmasıyla Tahran güç dengesinin İran’ın düşmanları lehine değişmesinden korkuyor.

Özellikle İranlılar, Azerbaycan’ın kendi topraklarını, İsrail ordusunun  bir fırlatma rampası olarak kullanmasına izin verebileceğinden endişe ediyor, tıpkı Amerika’nın Soğuk Savaş döneminde Rusya’nın Küba’yı kullanmasından korktuğu gibi. Azeriler Mart ayında bu ihtimali ortadan kaldırdı. Fakat bu gerilimi yatıştırmak için çok az şey yaptı. Ocak ayından bu yana yaşanan bir dizi çatışma İran ve Azerbaycan arasındaki ilişkileri tüm zamanların en düşük seviyesine indirdi ve bazılarının korktuğu gibi iki ülke savaşa doğru sürükleniyor.

Fazıl Mustafa Azerbaycan parlamentosunun bir üyesi ve ülkenin en açık sözlü İran eleştirmenlerinden biri. Ülkesinin Tel Aviv’deki yeni büyükelçiliğini açmasından bir gün önce Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de vuruldu. Mustafa, ülkenin dışişleri bakanlığının Tahran’ı suçladığı suikast girişiminden sağ kurtuldu. Hastaneden taburcu olduktan sonra bana gönderdiği e-postada, kendisine yönelik saldırıyı kimin düzenlediğine dair çok az şüphe olması gerektiğini söyledi. “Elde edilen tüm şüpheler ve kanıtlar doğrudan İran’ı işaret ediyor,” diye yazdı Mustafa, “çünkü bana karşı böyle bir eylemin başka bir kaynak tarafından gerçekleştirilmiş olması mümkün görünmüyor.”

İran’ın reddettiği bu iddiaları bağımsız olarak doğrulamak zor. Ancak, eğer doğruysa, bu yıl ikinci kez Azerbaycanlı bir siyasi hedefe saldırmış olacak. Ayrı bir olayda, 27 Ocak’ta silahlı bir kişi ülkenin İran başkentindeki büyükelçiliğini basarak güvenlik şefini öldürmüş ve iki kişiyi de yaralamıştı. Bakü Tahran’daki diplomatik misyonunu hızla askıya aldı ve personelini geri çağırdı, fakat İran’ın diğer şehirlerindeki konsoloslukları açık kaldı. Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev o zamandan beri elçilik saldırısından İran hükümetini sorumlu tutuyor. Tahran ise silahlı saldırganın ‘kişisel motivasyonlarla’ hareket ettiğini iddia ediyor.

İki ülke arasındaki bu gergin ilişkinin ardında uzun bir düşmanlık tarihi yatmaktadır. Her iki ülke de ağırlıklı olarak Şii nüfusa sahip olsa da Azeriler Türki bir halktır ve Azerbaycan’ın Türkiye ile olan etnik bağları, 1991 yılında Sovyetler Birliği’nden bağımsızlığını kazanmasından bu yana dış politikasının temelini oluşturmuştur. Azerbaycan Cumhuriyeti’nin kurucu cumhurbaşkanı Haydar Aliyev (şimdiki liderin babası) daha önce Azerbaycan ve Türkiye’yi ‘tek millet, iki devlet’ olarak tanımlamıştı. Tahran Ankara’yı bölgesel bir rakip olarak gördüğü için bu durum İranlıları rahatsız ediyor.

İran’ın büyük Azeri azınlığı ötekileştirmesi ilişkileri daha da karmaşık hale getirmektedir. İran sınırları içerisinde Azerbaycan’ın kendisinden daha fazla etnik Azeri yaşamaktadır: bu topluluğun sayısının 15 ila 40 milyon arasında olduğu tahmin edilmektedir. İran’daki en büyük ikinci etnik grup olan Azeriler, ülkenin kuzeybatısında Azeri ayrılıkçılığından korkan ulusal hükümet tarafından büyük bir şüpheyle karşılanmaktadır.

İran, Azerbaycan’ı ülkedeki ayrılıkçı duyguları körüklemekle suçluyor, Bakü ise bunu reddediyor. Fakat bu durum Tahran’daki sinirleri yatıştırmaya yetmedi. Rusya’yı geçen yıl Ukrayna’yı işgal etmeye iten de benzer –ve benzer şekilde geniş çapta göz ardı edilen– bir jeopolitik paranoyaydı.  İran tehdidinin daha ciddi bir şekilde ele alınmaması da benzer şekilde yıkıcı sonuçlar doğurabilir.

Azerbaycan ve İran arasında son dönemde yaşanan husumet büyük ölçüde 2020 yılında Karabağ için yaşanan kısa süreli savaştan bu yana Kafkasya’da değişen jeopolitik gerçeklere bağlanabilir. Uluslararası hukuka göre Azerbaycan’ın egemen toprağı olarak tanınan Karabağ, büyük bir etnik Ermeni azınlığa ev sahipliği yapıyor ve Bakü tarafından geri alınmadan önce çeyrek yüzyıldan fazla bir süre Ermeni ordusu tarafından yasadışı bir şekilde işgal edildi. 44 gün süren çatışma Rusya’nın arabuluculuğunda imzalanan bir ateşkes anlaşmasıyla askıya alındı ama henüz resmi bir barış anlaşması imzalanmadı. Ermenistan ve Azerbaycan liderlerinin hafta sonu Brüksel’de görüşmelere yeniden başlayacakları bildirildi.[1]

Tahran, genellikle ‘Büyük İran’ın bir parçası olarak görülen Ermenistan ile yakın ilişkilere sahiptir. Bu nedenle Azerbaycan’ın Karabağ’daki zaferi her iki ülke için de bir gerileme oldu: Azerbaycan, İran’ı Ermenistan’a bağlayan ve aynı zamanda Tahran’ı Karadeniz ve Rusya’ya bağlayan kritik bir ticaret yolu olan karayolunun bir kısmının kontrolünü yeniden ele geçirdi. Azerbaycan, Karabağ’daki ayrılıkçılara mal tedarik etmekle suçladığı Ermenistan’a mal taşıyan İran kamyonlarına şimdiden yüksek bir vergi uyguladı. Mustafa, çıkarlarına yönelik bu yeni tehdidin bir sonucu olarak Tahran’ın Karabağ’daki barış sürecini aktif bir şekilde sabote etmeye çalıştığını iddia ediyor.

Mustafa, “İran Güney Kafkasya’da çok aktif bir politika yürütmeye çalışıyor. Rusya’nın Ukrayna ile savaşından sonra bölgede oluşan boşluğu doldurma düşüncesiyle hareket ediyor,” diye yazıyor. “İran Güney Kafkasya’nın tamamındaki süreçleri etkileme kabiliyetine sahip olmasa da, bölgede istikrarın sağlanmasını ve Azerbaycan ile Ermenistan arasında barışın sağlanmasını engellemek için girişimlerde bulundu.” Gerçekten de İran’ın etnik Ermeni ayrılıkçılara askeri destek sağlaması mümkündür; son raporlar Tahran’ın bu ‘Büyük İran’ ulusuna Ukrayna’daki Rus güçlerine sağladığı intihar uçaklarının aynısını sağlayabileceğini göstermektedir.

Karabağ’da kazandığı askeri zaferden ve yüksek kaliteli İsrail silah stokundan cesaret alan Bakü’nün geri adım atması pek olası görünmüyor. Gerilimin daha da tırmanması olası değilse bile mümkün. Azerbaycan ayrıca ana müttefiki Türkiye’nin desteğine de güvenebileceğini biliyor. İki ülke arasında karşılıklı savunma anlaşması mevcut ve NATO üyeliğinin verdiği güvenceyle Ankara’nın İranlılara karşı Azerileri desteklemekten çekinmesi beklenmiyor. Böyle bir durumda Moskova kendini çatışmaya müdahil olmak zorunda hissedecektir. Mevcut açmazı bu kadar tehlikeli kılan da işte bu iç içe geçme riski.

Jeopolitik ittifaklar çatışmaların önlenmesinde kilit rol oynar. Daha küçük uluslara daha büyük, daha kötü niyetli komşularının yarattığı tehdide karşı bir dereceye kadar güvenlik sağlarlar. Bununla birlikte, korkunç sonuçları da olabilir. 1914’te Balkanlar’da olduğu gibi, bir çatışmanın hızla yayılmasına neden olabilirler: Arşidük’ün Bosnalı bir Sırp tarafından vurulması, Avusturya-Macaristan ile Sırbistan arasında bir açmaza yol açtı ve daha sonra Rusya’yı da içine alarak bir dünya savaşına dönüştü.

Kafkasya’da bunun gerçek bir tehlike olmasının birkaç nedeni var: hem bölgesel hem de küresel güçlerin nükleer silahlara sahip bir Rusya’ya doğrudan müdahale etmekten kaçındığı Ukrayna’nın aksine, ne Türkiye ne de İran karşılıklı garantili imha tehlikesiyle kısıtlanmıyor. İsrail, genellikle gizlilik içinde hareket eden sorumlu bir aktör olarak İranlılara karşı savaş başlığı kullanmayacaktır. Ve eğer Türkiye’nin Doğu Akdeniz, Suriye ve Kuzey Irak’taki askeri maceracılığı bir şey ifade ediyorsa, Ankara’nın en yakın müttefiklerinden birini terk etmesi pek olası görünmüyor.

Washington D.C.’deki Hudson Enstitüsü Ortadoğu’da Barış ve Güvenlik Merkezi Direktörü Michael Doran, Güney Kafkasya’da bölgesel güçler arasında tam ölçekli bir savaşın en kötü senaryo olduğunu söylüyor. Doran bana, “Doğrudan bir askeri çatışma olasılığı muhtemelen sınırlı,” dedi. “Eğer Azerbaycan ve İran arasında gerçekten bir savaş çıkarsa bu Türkiye ve İsrail’i İran’ın karşısına çıkarma riskini doğurur ki İran’ın en çok korktuğu şey de muhtemelen budur.” Tahran onların birleşik gücüyle rekabet edemez.

Tahran ayrıca Azeri azınlığın tepkisini çekmekten korktuğu için çatışmayı tırmandırmakta tereddüt edecektir. Daha büyük olasılıkla İran, Azerbaycan’a saldırmak için daha gizli taktikler kullanacaktır; Tahran’a bir dereceye kadar makul inkar edilebilirlik sağlayan taktikler. İran’ın bölgesel hedeflerini gerçekleştirmek için uzun zamandır kullandığı vekilleri var; en meşhuru Lübnan’daki Hizbullah; Azerbaycan’da da benzer radikal Şii unsurları destekliyor. Mustafa, ‘İran’ın Güney Kafkasya’da dini köktenciliğin yayılması için büyük fonlar ayırdığını … bu amaçlarına ulaşmak için camileri, farklı grupları, cemaatleri ve bireyleri kullanmaya çalıştığını’ iddia ediyor.

Uluslararası dikkatler Ukrayna’daki savaşa odaklanmışken, Güney Kafkasya’daki bu açmaz büyük ölçüde Batı’nın radarından kaçtı. Doran, Amerika’nın Tahran’a karşı Azerileri desteklemekteki başarısızlığını özellikle eleştiriyor: “Washington’daki bu yönetim Azerbaycan’ı İran’a karşı bir denge unsuru olarak görmüyor,” diyor. “Çünkü İran’a önemli bir şekilde karşı koymayı düşünmüyor, bu da talihsiz bir durum.” Amerika, Suriye’den hiç ders almadı; müdahaleye gerektiği gibi karar vermemesi, Rusya’nın devreye girip Beşar Esad’ın iktidara tutunmasına yardım etmesine açık kapı bıraktı.

Fakat Güney Kafkasya’daki bir savaş talihsiz bir olaylar zincirini başlatabilir. Ukrayna’nın işgalinden bu yana Azerbaycan, AB için kilit bir alternatif enerji tedarikçisi olarak ortaya çıktı: 2021 ve 2022 yılları arasında Bakü’nün Avrupa’ya gaz ihracatı 8 milyar metreküpten tahmini 11,5 milyara yükseldi ve bu rakamın 2027 yılına kadar 20 milyara çıkması bekleniyor. Askeri bir çatışma Bakü’nün üretim ve ihracat kapasitesine büyük zarar verecektir. Azerbaycan petrolü olmadan Avrupa’nın Rusya’ya karşı uyguladığı yaptırımlar savunulamaz hale gelebilir. Başka bir deyişle, Güney Kafkasya’da yaşanacak bir çatışma Moskova’yı güçlendirecektir.

Modern savaş nadiren iki devlet arasındaki münferit bir mücadeledir: Birinci Dünya Savaşı’nı bu gerçeği anlamak için öğretiyoruz. Ve 20. yüzyılda doğru olan şey, birbirine bağlı küresel ekonomilerimiz savaşın şok dalgalarının cepheden çok uzaklarda yankılanmasına izin verdiğinde şimdi daha da doğrudur. Ukrayna’nın işgalinin ardından ortaya çıkan enerji krizi, yakın zamanda yaşanan canlı bir örnektir. Washington, Londra ya da Brüksel’den bakıldığında İran-Azerbaycan sınırı uzak bir Avrasya hinterlandı gibi görünebilir, tıpkı bir zamanlar Donbas’ın göründüğü gibi. Fakat uzaktaki bir savaşın çok hızlı bir şekilde eve dönebileceğini kabul etmemizin zamanı geldi.


[1] Makalenin yayın tarihi 15 Mayıs. O tarihten sonra Azerbaycan ve Ermenistan temsilcileri Brüksel’de müzakerelere başladılar; hatta Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan, Ermenilerin güvenliğine ilişkin garantiler karşılığında Dağlık Karabağ’daki Azerbaycan egemenliğini tanımaya hazır olduklarını söyledi. (ç.n.)