Feyruz’un oğlu Ziad Rahbani’nin bestelediği Lübnanlı şair Talal Haydar’a ait bir şiirdir aslında Wahdon. Feyruz, eşi Assi ve kayınbiraderi Mansour Rahbani’den oluşan ve Lübnan ulus inşasında da büyük bir folklorik öneme sahip olan Rahbani Kardeşler ikilisi ile yaptığı çalışmalarla tanınmış ve sonrasında dünyaca ünlü bir diva haline gelmiştir. ‘Ayın komşusu’, Rahbani kardeşler ile çalışmayı bıraktıktan sonra çıkardığı ilk plağa da ismini verir Wahdon. Tabii Feyruz’un seslendirmesi şiirin rivayetiyle birleşince de şarkıda mevzubahis ‘’gidenler’’ bir kez daha ölümsüzleşir.
Antakya, Mardin gibi sınıra komşu, kültürü ortak iller de dahil olmak üzere Ortadoğu’da sabahları kahve –çoğu zaman kakuleli- içilirken bir yandan da Feyruz dinlenir. Suriye ve Lübnan radyo kanalları hala her sabah programlarını mutlaka Feyruz’a ayırır. Feyruziat el Sabah, Feyruziat el Mesa…
90’ların sonuna kadar Sham Fm, Radio Monte Carlo ve bazı TV kanalları Antakya’da şebeke sorunu olmadan dinlenirdi, tabi şu an mesele şebeke probleminden çok daha ötede. Zihinlerimize yerleştirmiş olduğumuz sınırlar artık sadece toprak parçalarını ve üzerlerinde yaşayan insanları ayırmakla kalmıyor, yaşam ile ölüm arasında bulunan keskin bir dikenli tel olarak da çekiliyor. Tıpkı şarkıdaki ‘gidenlerin’ yaşam ve ölüm arası sınırı inandıkları dava ve onları bir araya getiren gaye uğruna aşmaları gibi.
Rivayet odur ki; ormana bakan evinin balkonunda sabahları kahvesini yudumlarken gazetesini okuyan Talal Haydar, balkonun önünden geçip ormana giren üç genç görür. Gençlerin sabah girip akşam çıktıkları ormanda ne yaptıkları karşı konulamaz bir şüphe uyandırmaya başlamışken gençler her geçişlerinde şaire selam vermeye başlarlar. Tanımadağı delikanlılarla bir süre tekrar eden bu selamlaşma şairde sıcak bir yakınlık oluşturmuştur.
Bir Nisan sabahı, gençler şaire yine selam vererek girdikleri ormandan akşam çıkmazlar. Şairi o gece uyku tutmaz. Ertesi sabah, her gün yaptığı gibi kahvesini hazırlayıp balkona çıkar ve gazetesini açar. Kahvesinden ilk yudumunu alır ve manşeti görür; << işgal ettiler… savaştılar… ve kendilerini feda ettiler! >>
Filistin topraklarını işgal eden İsrail varlığına karşı 11 Nisan 1974 tarihinde Kiryat Shmona yerleşkesinde gerçekleştirilen ilk intihar eylemi olarak tarihe geçen Al-Khalisa operasyonu Filistin Halk Kurtuluş Cephesi/Genel Komutanlık tarafından organize edilmiştir. Eylemin amaçlarından biri 1972’deki Lod Havaalanı saldırısı sonrası yaralı ele geçirilip müebbet hapisle cazalandırılan Japon Kızıl Ordusu üyesi Kōzō Okamoto dahil olmak üzere İsrail hapishanelerinde tutulan yüze yakın esirin serbest bırakılmasıdır.
Eylemciler, taleplerinin kabul edilmemesi ile birlikte siyonist güçlerle çatışmaya girer ve 18 siyonistin ölümüyle sonuçlanacak intihar eylemini gerçekleştirirler.
Gazete manşetinin altında fotoğrafları bulunan Iraklı, Suriyeli ve Filistinli üç fedai, şairin her sabah selamlaştığı üç gençten başkası değildir. Güney Lübnan’dan sınırı geçip, işgal altındaki Filistinde bulunan İsrail yerleşkesi Kiryat Shimona’ya eylemlerini gerçekleştirmek üzere varırlar. İşgal ettikleri bina içerisinde İsrail güçleriyle pazarlığa tutuşurlar. Her ihtimali göze alarak giriştikleri bu eylemde İsrail güçleri pazarlığa yanaşmaz ve taarruza geçer. Bu durumda gençler son seçeneği kanlarıyla tarihin sayfalarına yazarlar.
Şair sabah gazetede okuduğu bu acı haberin ardından kahvesini bir kenara bırakır, defterini alır ve Arap dünyasının Sykes-Picot sonrası sınırlarla birbirinden uzaklaştırılmış ülkelerininden gelip kanlarını Filistin için akıtan bu üç genci bir kez daha ölümsüzleştirecek şiiri yazar.
Bir başlarına kalırlar
mürver çiçeği gibi
bir başlarına
hasat ederler yapraklarını zamanın
ve kaybolurlar ormanda
çalıp dururlardı kapımı
yağmur gibi
Ey zaman,
Ey bu duvarlara üstüne dağılmış yosun
aydınlattınız
gecenin gülünü kitabım üstünde.
güvercinin kalesi yüksek, etrafı sarılmış.
ve göç etti güvercin
kaldım yine bir başıma
Ey kar yağsın diye bekleyenler,
dönmeyecek misiniz geriye?
Ey kurt,
seslen onlara yağmurla birlikte
belki duyarlar.
Kendi başlarına kalırlar
bu eski bulut gibi
yalnız
yüzleri
ve yolun karanlığı yarıladı ormanı.
Ellerinde
yağmur gibi gözyaşları
çalarlar kapımı.
Ey yosun gölgesi ömründe zaman
ağaçlar yükselmeden önce
mumlar yakıyorum ve bekliyorum dostlarımı
geçip gittiler
kaldım kapımda
bir başıma
Ey gidenler,
kar için de mi gelmeyeceksiniz
seslen onlara ey kurt
yağmurla beraber
belki duyarlar
(çev. y.e.)
Tabi rivayet ile hakikatin her zaman kesişmesi şart değil. Ölümün gündelik hayatın en gerçek ögesi olduğu ve kendini her an hatırlattığı bu topraklarda rüzgar kanatlı atlılar gibi geçerken hayat, uğruna feda olunan, etrafı umut ile sarılmış kutsal bir dava iken, ölümsüzlüğün asırlardır keşfedilememiş kaidesi gazete küpürlerinde, kitapların en anlamlı sayfalarında ve gelecek nesillerin zihninde bir kasideye dönüşüyor. Şarkıyla ilgili bu acı arkaplan dilden dile yayılırken, şarkı gidenlerin ruhuna kasvetli ama bir o kadar da hassas bir nida olarak yankılanmaya devam eder.
Bir süre sonra bizler ne zaman bu şarkıyı duysak, göçüp giden mevsimler gibi yitirdiklerimize bir haykırış yükselir yüreklerimizden.
Ne şarkının bestecisi Ziad Rahbani ne de Talal Haydar, bahsettiğimiz rivayeti doğrular nitelikte hiç bir açıklama yapmamışlardır. Şiir, intihar eyleminin gerçekleşmesinden sekiz sene evvel An-Nahar gazetesinin edebiyat ekinde yayınlanmıştır.
Biz yine de gerçeği zihnimizde saklı tutup rivayeti kalbimizde hissederek şarkıyı dinlemeye devam edelim. Gidenlerin hiç bir zaman geri gelmeme hakikati bize misliyle kafi… Hem, zamanın çizgisel ilerlemediğini daha çok hissettiğimiz günümüzde şiirin eylemden önce yazılmış olması neyi değiştirir ki?
Yusuf Emir