Filistinli Hristiyanlar asla edilgen ve sessiz kalmadılar; ne diasporada ne de Filistin’de Arap kimliklerini ve Filistin mücadelesini terk ettiler. Filistinli ya da diğer ülkelerden Hristiyan Arapların öyküleri kasten silinmeye ve görünmez kılınmaya çalışılıyor.
Myriam Charabaty – Al-Mayadeen
Çeviri: Marbuta Haber
İnsanların hayatlarına verdikleri değer ile tüm bölgenin Arap toplumsal dokusunun ayrılmaz bir parçası olan Filistin’in Arap kimliğini savunma istekleri arasında doğrudan bir ilişki vardır. Araplar ve toprakları arasındaki bu ilişki, Arap dünyası genelinde Direniş hareketleri olarak tezahür etmiştir. Daha spesifik olarak bu ilişki, Filistin’i yerleşimci kolonyal varlık “İsrail”in işgalinden özgürleştirmek amacını ve Batı egemenliğine karşı Arap kurtuluşunun en ön cephesi niteliğini taşıyan kurtuluş hareketlerinde görünür olmuştur. “İsrail,” ilk olarak Balfour Deklarasyonu ve Sykes-Picot Antlaşmasının uygulanmasıyla adımları atılan Batı’nın Yeni Ortadoğu projesinin daimi güvenliği ve sürdürülebilirliği için çalışmak görevindeki bir ajan-yapıdan başka bir şey değildir.
Tüm Filistinliler ve Araplar kurtuluş için canlarını feda ederken Filistinli ya da diğer ülkelerden Hristiyan Arapların öyküleri kasten silinmeye ve görünmez kılınmaya çalışılıyor. Filistin’in ve dahi Filistin çevresinde Sykes-Picot tarafından oluşturulan yapıların Hristiyan sesleri yerleşimci kolonyalizm ve parçalama pratikleri tarafından sistematik olarak tahrip edilmiş durumdayken bu konudaki Batı temelli “İsrail” anlatısını irdelemek ve Batı’nin bunu engellemeye yönelik tüm çabalarına karşın tüm Arap dünyasında silahlı ya da silahsız kurtuluş hareketlerine dahil olmuş Hristiyan kesime ışık tutmak önemli bir gerekliliktir.
Hristiyanlar, hem bölgenin sosyal dokusunun hem de bütün olarak Arap dünyasının kimliğinin ayrılmaz bir parçasıdır. Kolektif ve tarihsel Batı’nın, Hristiyan kesimin ulusal kurtuluş mücadelesindeki rolünü izole etmek ve kısıtlamak için diasporadaki Hristiyan Filistinli ve Arapları pasifize etmeye çalışarak sürdürdüğü tüm aktif girişimlerine karşın Arap ulusal kimliği hâlâ sosyal dokusunun bütünlüğü -Hristiyanlar, Müslümanlar, Dürziler, Yahudiler ve tüm azınlık gruplar- ile şekilleniyor ve ortak tarihsel-kültürel bir altyapıya dayanıyor.
“İsrail,” Hristiyanları Filistin’den ve Davadan İzole Ediyor
Filistin toplumu dahilinde hem Müslümanlar hem de Hristiyanlar, Filistinlilerin üzerinde yürüdükleri toprağın, özellikle Kudüs’ün kutsallığına inanırlar. Kudüs Rum Ortodoks Patrikhanesi Sebastia Başpsikoposu Atallah Hanna da birkaç kez çeşitli vesilelerle Mescid-i Aksa ile Kutsal Kabir Kilisesi arasındaki bağı kutsamış ve Kudüs’ün hem toprağının hem de halkının Arap kimliğini vurgulayarak bu kimliğin Arap dünyasının bir parçası olduğunu ve Arap kurtuluşu yolundaki birinci engel olan yerleşimci kolonyal varlık tehdidi ile karşı karşıya bulunduğunu belirtmiştir.
1948’de “Haganah” katliamlarıyla; Deyr Yasin kıyımıyla başlayıp yerleşimci kolonyal varlığın kuruluşuyla devam eden Nekbe’den bu yana Filistin’in kimliğini değiştirmeye yönelik aktif ve daimi “İsrail” girişimleri mevcut. “İsrail,” Filistin’in Arap tarihsel ve kültürel özelliklerini yok ederek haklı Arap Filistin davasını ortadan kaldırmak böylece kendi yerleşimci varlığının meşruiyetini ve dahi Sykes-Picot’nun diğer yapılarının sürdürülebilirliğini sağlamayı amaçlıyor. Başka bir deyişle Siyonist varlık, Arap ulusal kimliğinin parçalanmışlığını sonsuz kılmaya çalışıyor.
Bu bağlamda Filistinli Hristiyanlar asla edilgen ve sessiz kalmadılar; ne diasporada ne de Filistin’de Arap kimliklerini ve Filistin mücadelesini terk ettiler. Başpsikopos Hanna, yerleşimci kolonyal varlığın Arap sosyal dokusu, tarihi ve ulusal kimliği için oluşturduğu tehditten bahsederken varlığın “Kudüs’ü Filistinlilerin (Hristiyan ya da Müslüman) bilincinden asla çıkaramayacağını” kaydetmiştir.
Ayrıca Başpsikopos Hanna, dünyanın her yerindeki Hristiyan Filistinlilere seslenerek “Kiliselerini unutmamaları” çağrısında bulunmuş ve onlara “Filistin’in kendilerinin ruhani ve ulusal kökleri olduğunu, Filistin’e ait olduklarını ve kimliklerinin bölgenin tarihine dayandığını” hatırlatmış; Filistinli köklerini ve geleneklerini asla unutmamalarını söylemiştir.
Silah Kardeşliği
23 Ekim 2022’de “İsrail” işgal güçleri, Batı Şeria’daki Nablus’ta Aslanlar Yuvası grubuna mensup Filistinli direniş savaşçısı Tamer el-Kilani’yi motorsikletinin yanına yerleştirdiği TNT ile şehit etti.
Bu suikast, “İsrail” işgal güçlerinin Filistin’in direniş liderlerine uyguladığı süregelen suikast politikasının son halkasıydı.(1) 2022’nin başlarından bu yana işgal güçleri suikastlerini yoğunlaştırdı, öyle ki suikastleri uygulamak için insansız hava araçları ve TNT kullanmaya dahi başladılar.
Filistin mücadelesinin ilk dönemlerinde Ghassan Kanafani ve George Habash gibi geniş ölçekte tanınan pek çok Hristiyan direniş savaşçısı bulunmasına karşın İkinci İntifada’dan bu yana içinde hem Hristiyanların hem de Müslümanların bulunduğu ve Hristiyanların Filistin kurtuluş hareketlerindeki rolünü sorgulayan bir Arap kuşağı ortaya çıktı.
İkinci İntifada’nın bitiminden kısa süre sonra, 2006’da Filistin direniş grupları ile Filistin yönetimi arasında genel bir gerilimi azaltma kararı mevcuttu. Bu zaman aralığında kendilerinden önceki şehitlerin mirasını sürdürmekte ısrarlı iki genç adam suikastle şehit edildiler.
Filistinli özgürlük savaşçıları Danyel Ebu Hamama ve Ahmed Musleh, 2006’da “İsrail” işgal güçleri tarafından şehit edildiler.
Danyel Ebu Hamama ve Ahmed Musleh. Paskalya günü pusuya düşürülerek yan yana şehit edildiklerinde iki genç adam da yirmlerinin başlarındaydılar. Ebu Hamama, 1990’da bir iş bulup ailesinin geçimine destek olmak için Filistin yönetiminin özel kuvvetler koluna; İkinci İntifada’nın başlangıcından önce çatışmaların yoğunlaştığı süreçteyse El Fetih’in silahlı kanadına, El Aksa Şehitleri Tugayına katılmıştı.
İşgalin mermileri Ebu Hamama’nın Batı Şeria’daki Beytüllahim’e giden yolunu kesti; onu ailesi ve sevdikleriyle kutlayacağı bir Paskalya’dan alıkoydu.
İşgal mermileri o akşam Danyel’in geçireceği mutlu bir tatili Haç’a giden yolun daima dirilişle biteceğine ve bunun kurtuluşun tek yolu olduğuna dair bir hatırlatmaya dönüştürdü.
Danyel’in kanı, Hristiyanların Hristiyanlığın doğduğu yer olarak kabul ettiği toprakları suladı. Ahmed Musleh ve Danyel Ebu Hamama ileaynı araçta bulunan Arafat Ebu Şaira ise yaralanmıştı.
Al Qusd News’e konuşan bir görgü tanığı, olayla ilgili şunları aktarıyor: “Danyel kanlar içinde araçtan düştüğünde işgal askerleri ona saldırdı ve onu araçtan 15 km uzaklıktaki bir depoya kıyafetlerini çıkararak sürüklediler. Mahalle halkı içeriden bir silah sesi duyunca olan biteni bir sorgulama zannettiler. İnfaz gerçekleşti ve hemen ardından gelen işgal güçlerine ait bir ambulans, iki gün boyunca elinde tutacağı cenazeyi aldı.”
Ebu Hamama’nın annesinin sözleri dikkat çekiciydi: “Oğlumuzu sevgili yurdumuzu savunurken şehitlikle onurlandıran Allah’a hamd olsun.” Annesi ayrıca oğlunun daima şehit olma arzusu içinde bulunduğunu da kaydetti.
Kurtuluş Teolojisi Okulu
Ebu Hamama ne El Fetih’e katılan ilk Hristiyandı ne de son Hristiyan olacaktı. Ondan uzun süre önce Kudüs’ün koruyucusu, sürgün edilmiş özgürlük savaşçısı Başpsikopos Hilarion Capucci, 1974’te “İsrail” işgal güçlerince tutuklanıncaya (Hapiste geçirdiği dört yılın ardından sürgüne gönderildi.) kadar El Fetih’e yardım etti.
Capucci hem bir din adamı hem de bir özgürlük savaşçısı oluşuyla tanınıyordu. Suriye’nin Halep şehrinin çocuğu olan Capucci Filistin’in maruz kaldığı felaketleri izlemeyi reddetti. Mescid-i Aksa yardım çağrısında bulunduğunda o da Kutsal Kabir Kilisesinin çanlarının çalınmasını emretti. Filistin mücadelesine yönelik bu yaklaşımıyla Capucci, ardında bir miras bıraktı. Hem bireysel hem dini hem de ulusal düzeylerde bir meydan okuma sembolü oldu. Tüm rütbelerin amaç ve kader birliğinin sembolü; Arap ve İslam dünyaları dahilinde Hristiyan ve Müslümanları birleştiren Arap kurtuluş teolojisinin sembolü.
Capucci mirasını ve onun ayak izlerinden gitmeyi seçen herkesin sahip olacağı mirası şu sözleriyle özetlemiştir: “Asla diz çökmeyeceğiz! Evet, barış istiyoruz ama teslim olmayacağız. İstediğimiz hakkaniyet ve adalet; Allah hakkaniyet ve adaletin kendisidir. O halde, Allah bizimleyse bize kim karşı durabilir? Karanlık gecelerimiz mutlaka bitecek, zincirlerimiz mutlaka kırılacak.”
Dahası Capucci şunları kaydetmiştir: “Ben, uzun yıllar Kudüs’te yaşamış biri olarak hem Kudüs minarelerindeki ayetlere hem de Kudüs kiliselerindeki çanlara dua ettim. Zor zamanlarında Filistin özgürlük savaşçılarına yardım etmek için ellerimi uzattım, bu yüzden tutuklandım ve sürgüne gönderildim.” Tüm kuşaklara Filistin aşkına bu mirası asla terk etmemeleri çağrısında bulunan Capucci, Filistin’in işgalinin bölgede yaşayan tüm halkı etkilediğini de vurgulamıştır.
Filistin daima bir Arap davası olarak kalacak çünkü bölgede Sykes-Picot’nun parçaladığı birimlerde yaşayan herkesin hayatını etkiliyor. Filistin’in ve Filistin halkının özgürlüğü Arap ulusunun özgürlüğüdür ve dahi Arap ulusunun parçalanmış sosyal dokusunun birleştirilmesine, böylece sürdürülebilir sosyal, ekonomik ve politik organizasyonlar geliştirebilen aynı zamanda bölgedeki azınlıklara (Arap dünyasını uzun zamandır istila etmiş bulunan Batılı diktasyonlar olmadan) her birinin kendi koşulları dahilinde güvenlik ve refah sunabilen bir birleşik ulusa giden ilk adımdır.
1. Yazının İngilizce orijinali 29 Ekim 2022’de yayınlanmıştır. – Marbuta Haber’in notu.