decolonizepalestine.com sitesinden çeviren: Öykü Altunbaş
En basit tanımıyla Greenwashing, bir devlet ya da yapının dikkatleri zararlı pratiklerinden uzaklaştırmak amacıyla çevreciliğe başvurmasıdır.
“Seni inşa edeceğiz ey sevgili ülke… Ve güzelleştireceğiz… Seni beton ve çimentoyla giydireceğiz.”
Vatan Şarkısı, Nathan Alterman, Siyonist Şair.
Belki de Filistin davası için topraktan daha temel hiçbir unsur yoktur. Filistinlilerin büyük çoğunluğunun uğradığı zulüm, Siyonistler ile onların ideolojik destekçilerinin toprak üzerinde kimin kalmasına izin verileceği ve Filistin toprağının sunduğu doğal kaynaklara sahip olmayı kimin “hak ettiği” konularındaki belirleyiciliklerinin sonucudur. Son zamanlarda bu konulara bir yenisi eklenmiştir: Kimin iklim değişikliğiyle savaşabilecek; yeşil bir ütopyaya giden yola rehberlik edebilecek yeterliliğe sahip olduğu.
Çevreyi insandan ayrı, insanın yalnızca işleyip ehlileştirerek ilişki kurabileceği ve yalnızca teknolojik yönden gelişmiş, “hak eden” insan tarafından yararlanılabilecek bir yapı olarak ele almak, şiddetli ekolojik zararlara neden olmasına bakılmaksızın daima kolonyalizmin esası olmuştur ve Siyonizm tam da bu felsefi bağlamda formülize edilmiştir. Çevre üzerine yazılmış erken dönem Siyonist metinler ve dahi metinlerin içerdiği Filistinlilerin toprak pratiklerine yönelik aşağılayıcı ifadeler bunun kanıtıdır. (Birazdan daha ayrıntılı bahsedeceğiz.)
Siyonist propaganda, Filistinlilerin boyunduruk altına alınmasını ve Filistin toprağının tahrip edilmesini meşrulaştırmak için adeta çevre hizmetkârı bir İsrail portresi çiziyor. Zaman içinde bu propaganda biraz daha kurnaz ve zor fark edilir bir niteliğe büründü; bu yazının amacı da Greenwashing olarak adlandırılan işte bu söylemsel taktiği derinlemesine incelemek. Greenwashing, bir oluşumun zararlı pratiklerini gizlemek için çevre dostu taklidi yapmasıdır. Filistin bağlamında, Siyonistlerin ekolojik korumayı lafta desteklemeleri ve İsrail’i tarihdışı biçimde “çölün çiçek açması” olarak tanımlamaları bir çevresel ırkçılık formudur; bu esnada İsrail, Filistin topraklarını kirletmeye, istilacı türler ekmeye, etnik kıyım uyguladığı bölgelerde “ekolojik yerleşimler” inşa etmeye ve Filistin’in suyunu çalmayı bizzat kendisinin de katkıda bulunduğu su kıtlığı sorununa mucizevi bir çözüm olarak sunmaya devam etmektedir. İşte Siyonist kolonyal projenin Filistinlileri yerlerinden etmesinin, etnik kıyıma uğratmasının üzerini örten, dikkatleri bunlardan uzaklaştıran propaganda sistemi budur.
Geçmişte Greenwashing
Siyonizmin kurucularından Theodor Herzl, Altneuland (Eski Yeni Vatan) adında bir ütopik roman yazmıştır. Romanda Viyanalı bir Yahudi ve Prusyalı bir soylu, tropik bir adada izole durumda geçirdikleri yirmi yılın ardından dönüş yolunda Filistin’de dururlar ve burada Herzl’ın gelecekteki Yahudi devletine dair ütopik tasavvurunu keşfediverirler. Herzl’ın pek coşkulu hayallerindeki Filistin artık Yahudi mahareti sayesinde “ihmal edilmiş ve çölleşmiş arazi” değildir; aniden bölgede teknolojik kavrayışı gelişmiş bir ulus ve Avrupa’ya giden hızlı trenler peyda olur ki Avrupa, Herzl’ın zihninde kültürel ve politik olarak her şeyin değerli ve yararlı olduğu yerdir. Romanın büyük kısmı Herzl’ın insan kaynaklı çölleşmeden ötürü ortaya çıktığını söylediği “insafsız kuraklıkta bir iklim”e dair homurdanmalarından ve İncil’de bereketin diyarı olarak adlandırılan bu toprakların nasıl da feodal ve ancak kıt kanaat geçinmeye müsaade eden bir ekonomiye devredilmiş bulunduğu fikrinin tekrarlarından oluşur.
Filistin topraklarına bu özellikleri atfeden tek kişi Herzl değildi tabii ki. 1928 yılında Londra’daki Filistin Ekonomik Topluluğu yayınladığı Siyonist bildiride şunları beyan etmiştir:
“Filistin fakir ve geri kalmış bir tarım ülkesiydi. Hâlâ büyük ölçüde durum bu; fakat, geleneksel hayatı aşamalı olarak değiştiren kayda değer gelişmeler gerçekleşti ve gerçekleşiyor.”
Siyonizmin bir diğer kurucusu ve İsrail’in ilk başbakanı Ben Gurion, 1942 tarihli bir kitapçıkta, bereketli topraklarından ötürü Filistin’in tahıl ambarı olarak bilinen Ürdün Vadisi’ni çorak ve metruk bir arazi olarak tanımlamıştır: “Gelip onu yeşillendirecek öncü ve güçlü tutkudan tamamen habersiz çorak ve metruk bir arazi.”
Filistin toprağının sözde çoraklığına dair Siyonist retorik ile Filistin’in Fellah (Çiftçi) ve Bedevi (Göçebe) halklarının yetersizlik ve beceriksizleriyle toprağı mahvettiklerini iddia eden tutum iç içedir. Yahudi Ajansı “geleneksel” Arap çiftçilerinin daha iyi çiftçilerle değiştirilmesi için yaptığı çağrıda bu retoriğin bir örneğini sunmuştur. Ben Gurion ise bu bağlamda şunları söylemiştir: “Onların (Araplar) ülkeyi yönetme hakkını tanımıyoruz. O ülke onlar tarafından kurulmadı, o ülke hâlâ toprağını işleyecekleri bekliyor.”
Tüm bu kişi ve kurumlar, Winston Churchill gibi İngiltere Sömürge Bakanlığı da yapmışlığı bulunan, kapsamlı soykırım mühendisliği hususunda sıradışı bir yeteneğe sahip ve “Araplara 1000 yıl versek dahi Filistin’in sulama sistemi için etkili adımlar atamazlar.” ifadesinin sahibi bir figürle halis bir emperyalist ortaklık içindeydiler. Bir diğer ortaklarıysa İngiliz milletvekili ve istihbarat görevlisi; Filistin Keşif Fonu ile ara sıra işbirliği içinde olduğu da bilinen Laurence Oliphant’tır ki aşağıdaki paragrafı deklare etmiştir:
“Araplara sempati duymuyoruz. Bu ülkeyi harap ettiler, köyleri viraneye çevirdiler ve halkı yağmaladılar ta ki bugünkü duruma gelinene kadar. (…) Kanada’daki Kuzey Amerikalı Kızılderili kabilelerine başarılı biçimde uyguladığımız adaptasyon sistemi burada da uygulanabilir. Bugün Kanada’da bahsettiğim kabileler kendileri için tahdit edilmiş ‘kaynakları’ kullanıyor ve bölgeye yerleştirilen çiftçi popülasyonu ile huzur içinde yaşıyor.”
Filistinli çiftçilerin yetersizliğine ve Filistin toprağının koşullarına dair bu tür ifade ve yaklaşımların hizmet ettiği bir diğer oldukça şüphe götüren iddia da Moshe Smilansky tarafından Yahudi Kolonizasyonu ve Fellah adlı metninde öne sürülmüştür. Bu iddiaya göre Filistinli çiftçiler ancak Yahudi yerleşimcilerin yardımıyla içinde bulundukları çileden kurtulabilir ve ‘gerçek’ bir çiftçiye dönüşebilirlerdi. Bu türden saçma ve ırkçı iddiaların amacı Siyonist projeyi mazur göstermek ve Siyonist kolonyalizmin Filistin’in yerli halkını yerinden etmeyeceği, onlara hiçbir zarar vermeyeceği hatta faydalı olacağı propagandasını öne sürmekti. Gerçekteyse Siyonist yerleşimciler Filistinlilere toprakların yeniden satılmasını ya da kiralanmasını yasakladılar, kurdukları işlere Filistinlilerin girmesini engellediler. Bunun en belirgin örneklerinden biri 1901 yılında kurulan Ulusal Yahudi Fonu’dur ki kuruluş amacı Filistin’den açıkça yalnızca Yahudilerin kullanımı için toprak elde etmektir ve bugün de Filistinlilerin mülklerini gasp etme faaliyetlerine devam etmektedir.
Siyonistlerin Filistin’de yaşayan herkesin koşullarını geliştirecekleri şeklindeki iddiaları politik olarak kullanışlı olsa da hem Siyonistlerin hem de İngilizlerin kendi ideolojik temelli eğilimleriyle çatışan her türlü tarımsal uygulama biçimini reddettiği pek çok kanıtla aşikâr kılınmıştır. Hebrew Üniversitesi Tarım Bilimleri bölümü kurucularından Yitzhak Elazari-Volcani, Siyonist tarım uygulamaları üzerine yazdığı bir makalede oldukça etkili argümanlar sunarak asıl zararlı addedilmesi gerekenin Siyonistlerin toprağa yaptıkları olduğunu belirtmiştir; Filistinli çiftçilerin elde ettiğinden daha az olmasa da sırf onlarınkiyle eşit gelir elde edebilmek için pahalı makine sistemlerine nasıl da büyük paralar döküldüğünü ortaya koymuştur. Dahası, kısaca Hope-Simson Raporu olarak bilinen, İngiliz John Hope-Simpson’ın İngiliz Mandasındaki Filistin’de Göç, Arazi Yerleşimleri ve Gelişim adlı raporu, “bölgedeki Yahudi çiftçilerin Avrupa’daki yaşam standartlarını sürdürebilmeleri için Ulusal Yahudi Fonu ya da başka Yahudi kurumları tarafından sübvanse edilmek zorunda olduklarını” ve bahsi geçen pahalı makine sistemlerinin aslında toprağa zarar verme riski taşıdığını gözler önüne sermiştir. Tüm bunlara karşın Siyonistlerin ve İngilizlerin, Filistin’deki tarımın “sermaye temelli gelişim”e ihtiyaç duyduğu fikri değişmemiştir; iki grup da konuyu başka bir açıdan düşünmeye muktedir olamamıştır.
Açıkça belirtmek gerekirse Filistinliler kuşaklar boyunca edinilmiş bir tarımsal ustalığa sahiptiler, doğal olarak tarımla ilgili pek çok iş yapmışlardı; ayrıca, tüm çorak Filistin toprağı iddialarının aksine Filistin asla “çoğunlukla çölleşmiş” bir arazi değildi; toprağın büyük kısmı işlenmiş durumdaydı ve yüzyıllar boyunca tarımla uğraşan popülasyonları beslemişti. Ve dahi o güne kadar Filistin toprağının, çok yerinde bir benzetme olan Bereketli Hilal’in en verimli parçalarından biri olduğuna dair pek çok şey yazılmıştı. Nitekim, Romalı tarihçi Tacitus, Filistin’i tumturaklı bir bir dille över ve şöyle anlatır: “İnsanları sağlıklı ve dinç, yağmurları yumuşak, toprağı zengin.”
Geçmişe genel hatlarıyla baktığımızda şunları söyleyebiliriz ki Filistin, sonradan Alexander Schölch’ün alandaki öncü çalışmasının da göstereceği üzere, büyük miktarda tarımsal artı değer üretiyordu ve arpa, susam, zeytinyağı, sabun gibi ürünlerin ihracıyla 1856-1882 döneminde dünya kapitalist ekonomik sistemine dahil olmuştu. Ayrıca, ithalat ve ihracat üzerine konsolosluk raporları da ortaya koyuyor ki Akka ve Hayfa Limanlarından yapılan ihracat Avrupa’nın değişken taleplerini yakından izleyerek karşılamasının yanı sıra Avrupa’dan ithal edilen makine imalatı ürünlerin giderinden daha fazla gelir getiriyordu, bu da demek oluyor ki Filistin, Avrupa ile genel ticaret dengesinde negatifliğin en aza indirilmesinde Büyük Suriye’nin geri kalanına yardımcı oluyordu. Gazze’nin kuzey ve güneyindeki kıyı ovaları gibi pek çok geniş alan işlenmiş durumdaydı, buralarda buğday ve türevleri üretiliyordu. Gazze bir zamanlar tüm çevresinin narenciye, buğday ve arpa toplanma ve dağıtım merkezi olarak işlev gören varlıklı bir pazar şehriydi. Henüz 1948 gelip Nekbe gerçekleşmemiş ve Gazze’nin tüm ticari ilişkileri yok edilmemişti. Tabii ki tarımsal üretim örnekleri Gazze ile sınırlı değildi. Birkaçını saymak gerekirse Yafa bölgesinde karpuz ve yoğun olarak narenciye yetiştiriliyordu, Cebel Nablus çevresinde zeytin ve pamuk tarımı yaygındı, El Halil’de üzüm, Celile’de ise tütün ve karpuz hasat ediliyordu.
Siyonistlerin çoğunun ilk tarımsal girişimlerinin sonuçları tahmin edilebilecek şekildeydi, tıpkı tarıma dair kibirli iddialarına inen bir darbe gibi. Yerleşimcilerin herhangi bir tarımsal deneyimleri yoktu. Bu durumun en belirgin örneklerinden biri de ağırlıklı olarak Rusya Yahudilerinden oluşan Bilu topluluğudur ki üyeleri Filistin’deki misyonlarını “Ülkeyi fiziksel olarak yeniden inşa ederek Yahudi ulusunun dirilişine ve Yahudi erkekliğinin yeniden meydana çıkmasına katkıda bulunmak.” şeklinde tanımlamışlardır. Topluluk üyelerinden Chaim Chissin topluluğun hiç tarımsal deneyime sahip olmayan ya da çok az tarımsal deneyimi olan öğrencilerden oluştuğunu bizzat itiraf etmiştir; fakat görünüşe bakılırsa bunu küçük bir ayrıntı olarak değerlendirmiştir. Ancak, tüm deneyimsizlikleri ve Filistin toprağına yabancılıkları Siyonistlerin tarımsal işlemlerine elbette ket vurmuştur. Chissin, ilk Yahudi yerleşimcilerin Arap köylülerine yüksekten bakan tutumlarını şu açıklamalarıyla tasdik etmiştir:
“Ne zaman Araplar bize arpa ekmek için henüz çok erken olduğunu ya da ekim yapacağımız toprağın buna uygun olmadığını söyleseler bu barbarlara hatırı sayılır bir özgüvenle ‘Ah, hiç önemli değil, biz toprağı derin süreceğiz, tersyüz edip sonra da tırmıkla iyice temizleyeceğiz ve göreceksiniz nasıl da bol ürün alacağız!’ demekte asla tereddüt etmedik. Büyük sabanlar edinip toprağı derince sürdük, zalimce yorduğumuz atlarımızı acımasız biçimde kırbaçladık. Kendimize güvenimiz sınır tanımıyordu. Araplara tepeden bakıyorduk, bize neyi nasıl yapmamız gerektiğini gösterecek kimseler onlar değildi; biz bu barbarlara bir Avrupalının mükemmel araçlar ve akıllıca tarım yöntemleriyle bu ihmal edilmiş toprakları nasıl da başarıyla işleyebileceğini göstermeliydik. Tek sorun şuydu ki bizim Avrupa’nın tarım yöntemleri hakkındaki bilgilerimiz kulaktan dolmaydı, ziraatçilerimizse Filistin’in koşulları hakkında çok az şey biliyorlardı.”
Şunu da eklemek gerekir ki dönemin Filistinli aktif sendikacılardan George Mansour, Filistin halkının tarım uygulamalarıyla yeni Siyonist yerleşimcilerinkini karşılaştırmak amacıyla yazdığı makalede narenciye ve muz dışındaki meyve ağaçları ile ilgili devletin verilerinin ortaya koyduklarının altını çizmiştir: “Araplar son zamanlarda zeytin, incir ağacı ve asma alanlarını oldukça genişlettiler, hızlı kâr etmek için korkunç bir aceleyle narenciye dikimi yapan Yahudilerse diğer meyve ağaçlarının alanlarını daralttılar. (…) İçinde bulunduğumuz aşırı üretim krizi tümüye Siyonistlerin Yahudi göçünü kolaylaştırmak için her şeyi doğal olmayan biçimde çabuk geliştirmeye çalışmasının sonucudur.” (1)
Tüm bunlara bakınca ilk yerleşimcilerin çok büyük bir kısmının Rusya’ya geri dönmüş ya da Batı’ya yerleşmiş olması hiç de şaşırtıcı değildir. Yine de Chissin bu başarısızlıktan ders çıkarmış gibi görünmemektedir; Arapların tavsiyelerini dinlememelerini onların “güvenilmez ve kalleş” olduklarını söyleyerek ve Arap köylülerini “tüm deneyimlerine rağmen cahil” olarak tanımlayarak rasyonalize etmeye çalışmıştır ve dahi bu düşünceler Filistin’in yerli halkı hakkında oldukça çirkin ifadeleri bulunan Mark Twain tarafından da yinelenmiştir.
Sonuç olarak, çevreyle ilgili beceri sahibi Siyonist ve toprağına özensiz Filistinli dikotomisinin tamamen bir saçmalık olduğu gayet açıkken şunu da vurgulamamız gerekiyor: Şayet alternatif bir gerçeklikte Siyonist yerleşimciler dünyanın en efektif tarım aletlerine sahip en iyi çiftçiler, Filistinliler de hayatlarında hiç ağaç görmemiş kimseler olsalardı dahi bir halkın yurdunun, egemenliğinin, iradesinin ve haysiyetinin televizyon Reality Showlarına benzer bir yarış mantığıyla kapılmaya çalışılması rezil ve korkunç bir mefhumdur.
Amerikalı Yahudi filozof Michael Neumann’ın şu ifadelerini alıntılamakta yarar var:
“Siyonistlerin müthiş şeyler başarıp başarmadıklarının ya da ‘çölü yeşillenirip yeşillendirmediklerinin’ bir önemi yok. Sizin üzerinizde yaşamınızı ve ölümünüzü belirleyecek bir hakimiyet elde ederken müthiş şeyler yapıyor olmam bu girişimlerimi meşru kılmaz. Filistin’in yoksul ve ihmal edilmiş bir bölge olması ya da olmaması hiç kimseye onun sakinleri üzerinde üstünlük kurma hakkı vermez.”
(Yazı 2.bölümü ve ‘Günümüzde Greenwashing’ ve ‘İsrail’in Çevresel Irkçılığı ve Neden Olduğu Tahribat’ başlıklarıyla devam edecek)
1-https://www.tandfonline.com/doi/pdf/10.1080/2201473X.2012.10648832