El-Haber gazetesi, FHKC’nin işgalin “Ramon” “cezaevinde” tutsak bulunan genel sekreteri Ahmet Saadat ile yazılı bir mülakat gerçekleştirmeyi başardı. 30 Nisan 2023 tarihinde yayınlanan mülakattan yaklaşık bir hafta sonra Ahmet Saadatve aynı “cezaevinden” diğer iki tutsak Ahed Ghalama ve Walid Hanatsheh 18 gün boyunca farklı bir hapishanede izolasyona alındılar. “Ramon” “cezaevine” dönmelerine dair çıkan karara karşın başka bir hapishaneye götürülmeye çalışılıyorlar ve Ahmet Saadat, yayınlanan bu mülakatından ötürü şu anda tek kişilik hücrede tutuluyor. 54 FHKCli tutsak bu durumu protesto etmek için geçtiğimiz hafta açlık grevine başladı.
14 Mart tarihinde, Siyonist işgal tarafından tutuklanmanızın üzerinden 17 yıl geçmiş olacak. Tutsaklık, mücadelenizi etkiledi mi?
Öncelikle, bana platformunuza yazarak katılım sağlama fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim. Devrimci karakterimin tüm entelektüel, politik ve örgütsel yönleriyle hapiste şekillendiğini hissediyorum. Devrimci yaşamımın yarısından fazlası ardışık periyodlarla duvarların ardında geçti. En uzun ve hâlâ süren tutukluluğum 15 Ocak 2002’de başladı; dört yoldaşım ve ben Siyonist hükümetin isteği üzerine Filistin yönetimi tarafından tutuklandık. Siyonist hükümet ve Filistin yönetimi arasında yapılan anlaşma çerçevesinde Amerikan ve İngiliz uluslararası gözetimi altında tutukluluğa tabiydik. Dolayısıyla Mart 2006’daki tutuklanmam, Eriha hapishanesinden Siyonist hapishaneye zorla naklimden başka bir şey değildi. Tarih boyunca tutsakların ulusal hareketi işgal karşıtı mücadelede öncü bir mevzi; kararlılığı, mobilizasyonu ve dahi ulusal hareket dahilinde çalışacak kadroların inşa ve niteliğini besleyen bir alan olmuştur. Bütün ulusal eylem gruplarının liderlik organlarında görev alan tutsak oranına baktığımızda bunu fark ediyoruz. Ayrıca bütün tutsaklık durumları çerçevesinde diyebilirim ki halkımızın Siyonist projeye karşı yürüttüğü mücadeledeki zaferinin kaçınılmaz olduğu yönündeki kanaatim güçleniyor ve FHKC’nin stratejik ve taktiksel boyutlardaki politik vizyonunun doğruluğuna dair güvenim derinleşiyor.
FHKC genel sekreterliği görevini hapisten nasıl yerine getiryorsunuz? Bu sorumluluğu hapisten alıyor olmanın sorumluluk hissinizi ikiye katladığını hissediyor musunuz?
Sorunuz yerinde ve önemli; örgütsel bir yapıyı komplike hapis koşulları ve işgalin “güvenlik önlemleri” altında yönetmek kolay değil. Bu görevden muaf olmayı tercih ederdim. Bunun iki nedeni var. Birincisi FHKC’nin iç düzenlemelerine saygım; düzenlemelere göre aynı kişi iki dönemden fazla genel sekreterlik görevini yapamaz. İkincisi, işin doğrudan içinde bulunabilecek dışarıdaki bir yoldaşın bu görevi yerine getirmesi daha iyi ve elverişli bir seçenek. Ancak, Sekizinci Ulusal Kongre üyesi yoldaşların aldığı karara saygımdan ötürü, bu hassas pozisyonda benden beklenen temel gereklilikleri olabilecek en mümkün biçimde yerine getirebilmek için iki katı çaba göstermemi gerektiren bu sorumluluğu almaya devam ediyorum. Açık söylemek gerekirse, aslında bu görevi yerine getiren; FHKC’yi azim, içtenlik ve liyakatle yöneten kişi, genel sekreter vekili yoldaş Cemil Mazhar’dır. Ve tabii ki onunla birlikte kolektif ve demokratik bir liderlik kurumu olarak Politik Büro.
Hapiste günlerinizi nasıl geçiriyorsunuz? Ve hangi kitapları okuyorsunuz?
Bir tutsağın hayatı, zaman ve mekân bağlamında onu hapsedenlerin tahakkümü altında olduğu için her gün kendini yineleyen bir rutinin idaresindedir. Dolayısıyla benim zamanım okuma, yürüyüş, sosyal etkileşim, günlük kültürel oturumlara katılmak, bazılarını yönetmek ve özellikle haber içerikli televizyon programlarını takip etmek arasında bölünmüş bulunuyor. Okuduğum kitaplar tarihi kitaplar; Arap ve Filistin tarihi üzerine yeni ve eski kitaplar, ayrıca Siyonist varlık, varlığın çelişkileri ve genel olarak yerleşimci kolonyalist yapısı üzerine araştırma ve çalışmalar ve dahi romanlar, özellikle Arap Magrib edebiyatından.
Tutsaklık dönemi size entelektüel ya da aktivizm çalışmalarınızla ilgili değerlendirme ve gözden geçirme fırsatı sağlıyor mu?
Evet, hapishaneler dışındaki yoldaşlarla grup ortamında bir gözden geçirme, değerlendirme gereği ortaya çıktığında FHKC bu süreci periyodik olarak özellikle konferanslar ve değerlendirme oturumları ile yürütüyor. FHKC, teorik dokumentasyonunu, modern kapitalizmin çelişkilerindeki bazı gelişmeleri ve dünya devriminin teorik vizyonunu içerecek biçimde güncelliyor, politik söylemindeki taktiksel ve stratejik boyutların arasındaki ilişkiyi ayarlıyor ve ikisi arasında gerekli dengeye ulaşmak için kapsamlı kurtuluş sürecine odaklanıyor.
Mücadele yöntemlerine gelince, bunlar işgalle çatışma hareketine bağlıdır. Filistin gerçekliği, halkımıza her aşamada tüm direniş yöntemlerinin etrafında şekillendiği ana mücadele yöntemiyle kapsamlı bir direnişten başka bir seçenek bırakmamaktadır.
Süresiz bir açlık grevine başlamayı planlıyorsunuz; neden açlık grevi? Bu grevle işgale, Filistinlilere ve uluslararası topluma iletmek istediğiniz mesaj nedir?
Pratikte tutsaklar hareketi süresiz açlık grevi aşamasına gelmedi. Grev arifesinde hapishaneler yönetimi, tutsakların yaşam koşullarını on yıllar öncesine götürmek amacındaki yeni baskıcı kararların uygulanması kararından geri adım attı. Grevin mutlak hedefi, terörist “İç Güvenlik Bakanı” Ben Gvir’in önerileri temelindeki bu yeni saldırı hamlesini durdurmak ve tutsakların kazanımlarını korumaktı. Tutsaklar hareketi, politik yelpazenin tamamından tutsakların temsil edildiği Ulusal Genel Acil Durum Komitesi liderliğinde enerji ve gücünü mobilize ederek hedeflerine ulaşmayı başardı.
Bu meselenin bir yanı. Diğer yandan da hapishaneler yönetimi, “İç Güvenlik Bakanlığı” ve genel olarak yeni hükümet gibi çeşitli Siyonist yapıların kendi içindeki ayrılıkları yoğunlaştı. Siyonist hükümet, bunların Gazze, Batı Şeria, Kudüs ve ‘48 topraklarına yansıması korkusu içinde.
2018 ve 2019 yıllarında Netanyahu hükümeti, tutsakların yaşamlarını daha da zorlaştırmak, onları maddi ve manevi yaşam mücadelesi kazanımlarından mahrum etmek için dönemin “İç Güvenlik Bakanı” Gilad Erdan’ın planını takip etti. Bu plan, tutsakların pek çok hakkını ellerinden alıyordu; örneğin eğitim hakkı. Ceza sicillerinin keyfi düzenlenmesini, tutsakların sosyal ve yerleşimsel stabilitelerinin zarar görmesini içeren bu plan, genel olarak hapishanelerdeki temsili ortadan kaldırmak, görüşmecilerin ziyaret sürelerini kısaltmak, -özellikle yüksek cezalar yatan tutsaklar için- hapishaneler arasında nakiller gerçekleştirmek ve kantindeki malzemeleri kısıtlamak amacını taşıyordu. Bu süreç, hapishanelerde gerilimi tetikledi, genel bir isyan hâlinin yolunu açtı; “Ramon” hapishanesinin bir bölümü tamamen ateşe verildi, başka pek çok hapishanede çatışmalar çıktı ve süresiz bir açlık grevinin hazırlıkları başladı. Dolayısıyla Siyonist hükümet, planı dondurmak zorunda kaldı ve dahi hapishanelerin bazı bölümlerine genel kullanıma açık telefonlar yerleştirildi ve bu telefonların tüm hapishanelere yerleştirilmesi onaylandı. Terörist “bakan” Ben Gvir’in planı, terörist “bakan” Gilad Erdan’ın planının birtakım gelişigüzel önerilerle genişletişmiş hâliydi; hapishanelerde tutsaklara günlük ekmek sunan fırınların kapatılması, tutsakaların günlük duş sürelerinin 4 dakikaya indirilmesi, hasta tutsakların ameliyatlarının yapılmaması ve tutsakların ihtiyaç durumunda kendi masraflarını karşılaması gibi. Önerilerde bahsi geçen kazanılmış haklara karşın tutsakların yaşam koşulları ideal değil ve Cenevre Anlaşması kararlarının standartlarının altında; özellikle Üçüncü Cenevre Konferansında açıkça ortaya koyulan savaş tutsaklarının haklarına dair maddelerin ve 1977 tarihinde yapılan Roma eklentisinin.
Açlık grevi planının taşıdığı birkaç mesaj vardı. İlki, tutsaklar hareketi olarak ulusal mücadelenin canlandırılmasına katkıda bulunmak, ikincisi tutsakların; meşru bir mücadelenin, ulusal bir savaşın tutsaklarının davasını enternasyonalize etmek, üçüncüsü Filistin ulusal özgürlük mücadelesinin en önde gelen sembolleri olan tutsaklarla genel ulusal mücadelenin meşruiyetini yeniden ve yeniden teyit etmek.
Ekstremist Netanyahu hükümetinin iktidara gelişinden sonra hapishane içindeki koşullarda bir değişim oldu mu?
Temelde Netanyahu hükümetinden sonra tutsakların koşullarında bir değişim olmadı, tutsaklara yönelik Siyonist saldırı durmuş olmasına karşın durum hâlâ gergin. Dolayısıyla tutsak hareketinin eli daima tetikte olacak.
İşgal altındaki topraklardaki gelişmeleri nasıl takip ediyorsunuz? Medya, televizyon, radyo erişimi izniniz var mı yoksa dışarıdaki dünyayla tek iletişim aracınız avukatlarınız ve aile üyeleriniz mi?
Ulusal tutsaklar hareketi, tutsakların televizyon, radyo, gazeteler ve kitaplara erişim hakkını elde etti. Tutsaklar hareketinin gerçekliği, üyelerine duvarların dışındaki politik gelişme ve dönüşümleri takip etme izni veriyor. Bugün hapishanelerde Siyonist haber kanalları, ayrıca Russia Today(RT), Palestine Station ve dahi MBC Drama, MTV and MBC gibi Arap eğlence kanalları izlenebiliyor. En önemlisi, tutsaklara ziyaretlerde kitap getirilmesi serbest; her tutsağın ayda iki kitap hakkı var.
Filistin toprakları, Aslanlar Yuvası ve Cenin Tugayı gibi mevcut silahlı yapılara bağlı olmayan yeni silahlı yapıların oluşumuyla direniş yolu dahilindeönemli dönüşüm süreçlerinden geçiyor. Bu dönüşümleri nasıl yorumluyorsunuz? Bu yeni oluşumlar Filistin direniş yoluna neler getirecektir?
Bu konuda bir konuşma, Filistin halk direnişi ve silahlı direniş yöntemlerindeki niteliksel ilerleme ile ilgili olabilir; ancak henüz bu ilerleme işgalle savaştaki güç dengesinde niteliksel bir kırılma meydana getirebilecek bir düzeye ulaşmış değil. Bu mesele, ulusal, pan-Arap ve enternasyonal mücadele boyutlarının iç içe geçmesini gerektiriyor. Fakat bununa beraber, işgal altındaki ülke, içinde her an patlayabilecek bir volkan saklar. Bugünkü çatışmalarda tanık olduğumuz şey, bu kapsamlı patlamanın girişidir. Filistin’in şu anki koşulları 1987’deki ilk intifada öncesindeki ve dahi 2000’deki ikinci intifadanın ilk dönemindeki koşullarla benzerlik taşıyor. Objektif koşullar olgunlaşmış durumda; eksik olan ulusal birlik ve bu birliğin halkımızın mücadelesini yönetecek birleşik araçlarının subjektif koşulu ya da başarısı.
Filistin ulusal mücadelesinin evrelerini takip eden bir kime şunu fark edecektir ki ulusal mücadeledeki niteliksel yükselişi ve ulusal başarıların inşasını şekillendiren araç, kapsamlı bir ulusal birliktir. Bunun en iyi örneği 1987’deki birinci intifadadır. İntifadanın başlamasından sadece birkaç ay önce Cezayir’de gerçekleşen oturumda FKÖ ile Filistin Ulusal Konseyi arasındaki birlik yeniden sağlanmış olmasaydı intifadanın tüm işaretleri ve başlangıç süreci intifadaya giden dönüşümü beraberinde getiremezdi.
Ancak Filistinli gruplar arasında hâlâ ayrılıklar var. Hedef aynıyken ayrılıkların mevcut olmasının nedeni ve bu bölünmeyi bitirmenin yolu sizce nedir?
Her şeyden önce şu açıklığa kavuşturulmalıdır ki Filistin ulusal konsensüsünün bugünkü kapsamı teorik olarak Filistin ulusal mücadelesinin minimun programıyla sınırlıdır; örneğin geri dönüş hakkı şeklinde ifade edilen aşamalı hedefin dolayları, kendi kaderini tayin hakkı, başkenti Kudüs olan bir Filistin devletinin kurulması. El Fetih ve FKÖ liderliğiyle birlikte bazı katılımcı örgütler, bu hedeflerin kendilerinin en yüksekteki hedeflerini oluştuduğuna inanıyorlar; Oslo Anlaşmasını imzalayarak ve “iki devletli çözüm”ü teşvik ederek bunu resmileştirdiler. FHKC’ye göre bu hedeflerin başarılması tarihsel Filistin’in hem toprağının hem de halkının kapsamlı kurtuluş sürecinin bir kısmını oluşturmalıdır. Ancak yine de bugünkü ortak paydalar ulusal uzlaşıyı gerçekleştirmek, ulusal birlik yolundaki bölünmeyi bitirmek ve birliğin liderliğinin araç ve kurumlarını ulusal ve demokratik temelde yeniden inşa etmek için yeterlidir. Tüm uzlaşı belge ve anlaşmalarında şart koşulanlar bunlardır ki bu uzlaşı anlaşmalarının en yakında gerçekleşeni de birinci intifada öncesi Cezayir’deki oturumda yapılan anlaşmaydı.
Sorunun özü, örgüt içindeki baskın liderliğin Oslo Anlaşmasında; anlaşmanın “güvenlik”le ilgili, politik ve ekonomik yükümlülüklerinde süregelen ısrarı, ulusal karar alma mekanizması üzerindeki tekeli ve dahi FKÖ’nün ulusal ve demokratik kurumlarının yeniden inşa ve gelişim süreçlerini engellemesidir. Bu, meselenin bir yanı. Diğer yandan da El Fetih ve Hamas arasında liderlik ve güç temelinde hizipsel bir çatışmanın hakimiyeti mevcut.
Ulusal konsensüse aykırı biçimde Oslo Anlaşmasının imzalanması, pratikte işgalle çatışmalarımızın içeriye, Filistin’in iç alanına taşınmasına neden oldu. Tarihsel Filistin bölgesinin %78’inden vazgeçilip ödün verilmesi, Siyonist varlığın 1948’de işgal ettiği topraklardaki egemenliğinin FKÖ liderliği tarafından resmi olarak tanınması Filistinlilerin birliğinin toprak, halk, dava ve kimlik bağlamında bölünmesini beraberinde getirdi. Bu durum, Filistin’in geri kalanını ve Filistin tavabetini (Filistin’in temel ilkeleri) Siyonist düşmanla, işgalin sonladırılmasını güvence altına alacak hiçbir garanti ve zaman aralığı ve dahi geri dönüş hakkının uygulanmasına dair hiçbir bahis olmaksızın eşitsiz müzakerelere tabi kıldı; bu da doğa olarak ulusal programın elementlerinin dağılıp parçalanmasına yol açtı. Bu anlaşmanın üzerinde inşa edildiği tüm ilüzyonlar yok olmuş olmasına ve Oslo’nun fiilen ölümüne karşın FKÖ liderliği -zorla ya da isteyerek- hâlâ Oslo’nun yükümlülüklerine sıkıca sarılıyor, özellikle de “güvenlik” ile ilgili olanlara.
Dolayısıyla Filistin’in mevcut krizinden çıkabilmek için gerekli olan, bölünmeyi ortadan kaldırmak ve ulusal birliği sağlamaktır ki bu da FKÖ liderliğinin Oslo çerçevesini ve yükümlülüklerini terk etmesini, Siyonist varlıkla anlaşmaya varmak gibi ilüzyonları bir kenara bırakmasını gerektirir. Ayrıca Filistin halkının birliğinin ve ulusal programın bileşenlerinin restore edilmesi ve Arap-Filistin ulusal savaşının özünün milliyetçi ve kurtuluş yanlısı proje ile Siyonist, kolonyalist, yerleşimci ve ırkçı proje arasındaki mücadele olduğunun yeniden ortaya koyulup anlaşılması da gereklidir.
Mevcut durumda ve doğrudan yapılması gerekenler Oslo ile bağları kırmanın yolunu açmanın ve Oslo’nun tüm “güvenlik” ile ilgili, politik, ekonomik yükümlülüklerine son vermenin gerekliliği çağrısı yapan Ulusal ve Merkezi Konseylerin tüm kararlarının ve dahi ulusal grupların genel sekreterliklerinin toplantılarından çıkan tamamen aynı yöndeki kararların uygulanmasıdır. Bu kararlar, Siyonist varlığın tanınmasından geri çekilinmesini, varlıkla “güvenlik” koordinasyonuna son verilmesini, iç uzlaşının sağlanması için tüm ulusal anlaşmaların uygulanmasını, iç bölünmenin sonlandırılmasını ve FKÖ’nün ulusal ve demokratik kurumlar üzerinde yeniden inşa edilerek pozisyonunun güçlendirilmesiyle FKÖ çerçevesi dahilinde ulusal birliğin restore edilmesini içeriyor. Ayrıca FKÖ’nün statüsünü halkımızın tüm politik ve sosyal spekturumunu içerek biçimde halkımızın birliğini sağlayabilecek bir politik varlık olarak yeniden inşa etmesi de gerekliliklerden biridir. Tüm bu talepler Cezayir’de yapılan Filistin Uzlaşısı için Anlaşma’da açıkça ifade edilmiş ve vurgulanmıştır. Pek çok fırsatı kaçırdık, bunlardan en sonuncusu 2021 başlarında Mahmud Abbas tarafından yayınlanan bir kararname metni temelinde Filistin meclisini yeniden inşası, Ulusal Konsey ve Yasama Konseyi ve başkanlık için kapsamlı seçimler yapılmasına dair demokratik yoldu. Mevcut koşullarda özgürlük yolundaki ulusal ve tarihsel hedeflerimizi başarmaya yönelik tüm bu talepleri içeren Cezayir Anlaşmasının uygulanması yönünde çaba sarf ederek bu fırsatı mutlaka yakalamamız gerekiyor.
Cezayir, Filistinli grupları Cezayir’de bir araya getirmek için büyük çabalar sarf etti ve sonuçta uzlaşı anlaşması imzalandı. Bu adımın önemi nedir? Ve bu anlaşmanın sahada uygulanabilmesi için Filistinli gruplara mesajınız nedir?
Cezayir’de ulusal uzlaşı için yapılan anlaşmanın esas önemi Cezayir’in desteğinde ve dahi Filistinli ve Arap halkımız nezdinde siyasi ve ahlaki duruşunda temsil ettiği her şeyde yatıyor. Cezayir devriminin zaferi, modern Filistin devriminin ve pek çok Arap devriminin ortaya çıkışı için örnek ve motive edici bir faktör işlevi görmüştür. İşgal altındaki Güney Yemen halkının Ulusal Cephe önderliğinde İngiliz işgaline son vererek Güney Yemen’i özgürlüğüne kavuşturması bu Arap devrimlerinin örneklerinden biridir. Ayrıca Cezayir’in etkisi tüm Afrika kıtasına yayılmıştır.
Dolayısıyla Cezayir’in bu anlaşmanın sağlanmasındaki destekçi rolü, ulusal kurtuluş mücadelemize tüm tarihsel aşamalarda verdiği desteğin tarihsel bir uzantısıdır. Cezayir tüm Filistinli ulusal gruplardan saygı ve takdir görüyor. Biz bu destekçi rolün devamlılığını umuyor ve bunun çağrısında bulunuyoruz. Ayrıca umuyoruz ki bu rolü [Arap] halklarımızın karşı karşıya kaldığı pek çok krizin çözülmesine ve ortadan kaldırılmasına yönelik ulusal katkısı izleyecektir. Aynı zamanda Cezayir’in Afrika kıtası ve Afrika Birliği dahilindekietkili rolünün yanı sıra sorumluluk sahibi ulusal rolüne de değer veriyor ve bu rolü takdir ediyoruz.
Siyonist varlığın aşınmaya başladığı ve parçalanmaya doğru gittiği fikrine katılıyor musunuz?
Bu teşhis doğru, yerel populasyonu yok etmeye ya da yerel populasyonun kimliğini ortadan kaldırmaya muktedir olamayan yerleşimci kolonyal girişimler, eninde sonunda bu kaderi yaşayacaktır; tıpkı Zimbabve ve Güney Afrika’da olduğu gibi. Enternasyonal konsensüs, Apartheid temelli sistemlere karşıdır ve bu temeldeki sistemlerin çöküşünde öncelikli olarak bu iki ülkenin halkının mücadeleleri rol oynamıştır.
Filistin gerçekliği bunun bir istisnası değildir; ancakZimbabve ve Güney Afrika örnekleriyle yan yana getirildiğinde Filistin’in kendine özgü koşulları vardır.ABD liderliğindeki Batı dünyası, Siyonist varlığı destekliyor ve varlığa karşı herhangi bir itiraz ya da meydan okumayı aşılamayacak bir kırmızı çizgi addediyor. Filistin’in Arap dünyasının ayrıca Batı Asya ve Kuzey Afrika’nın kalbindeki jeopolitik konumu, Siyonist varlığın büyüklüğü ya da Avrupa ve ABD’nin vizyonları ne olursa olsun varlığın Batı tarafından savunulması ve desteklenmesine ilişkin bir çıkarlar kesişimi meydana getiriyor. Bu durum, Siyonist varlığın ortadan kaldırılması meselesini diğer yerleşimci kolonyal girişimlere göre daha zor kılıyor; Siyonist varlığın izole edilmesi, meşruiyetten azledilmesi, varlığın yapısal iç krizlerinin kızıştırılması ve caydırıcılık kabiliyetinin aşındırılması; ulusal, bölgesel ve enternasyonal çabaların kombinasyonunugerektiriyor. Ayrıca Filistinlilerin Siyonist varlığın tezatlık ve çelişkilerinden, içinde taşıdığı kimliksel ve sınıfsal sorunlardan, genişlemekte olan Anti-Siyonist Yahudi akımları ve onlarla ilişkileri güçlendirmek bağlamı dahilinde -bugün bu akımlar ne kadar zayıf olursa olsun- yararlanma çabaları da önemlidir.*
Bu tezatlık ve çelişkilerden; bunların varlığın geleceği için oluşturdukları tehditten eski Siyonist “cumhurbaşkanı” Rivlin, 2015 tarihli bir Knesset konuşmasına bahsetmiş, aynı konuşmada varlığın durumunun en başından bu yana Arap bir azınlıkla karşı karşıya olan Yahudi çoğunluğu yansıttığına dikkat çekmişti. Bugün dört -İbranicede söyledikleri biçimde- “kabileye” bölünmüş bir toplum görüyoruz: “Dindar” Haredikabilesi, Siyonist bir Yahudi kabile, seküler kabile ve Arap kabile. Bu durum, Siyonist toplumdaki tezatlık ve çelişkilerin derinliğini yansıtıyor. Bugün gördüğümüz durum, Rivlin’inkaygılarını onaylıyor ve Siyonist varlığın dağılmasının ve yok olmasının kaçınılmazlığına işaret ediyor. Buna ek olarak, “Tanrı’nın seçilmiş insanları” ve “Filistin üzerinde tarihsel hak” gibi kavramları çürüten arkeolojik keşifler sayesinde İncil mitleri temelindeki Siyonist anlatı çöktü. Arkeolojik gerçekler ve Filistin’deki kazılarla ortaya çıkan keşifler temelindeki pek çok araştırma, İncil mitlerine dayalı anlatının İncil metinlerinden ve metinlerde bahsedilen yer ve tarihlerden farklı sonuçlar ürettiğini onayladı. Görece geniş akademik elit artık İncil mitlerinden bahsetmiyor; Siyonist devletin kolonyal doğasından bahsediyor. Pratikte tüm bunlar, Siyonist varlığın doğasını ve gördüğü emperyalist işlevi ifşa etmelerinin yanı sıra Filistin ulusal mücadelesine gittikçe artan enternasyonal destekle birlikte coğrafya ve tarih bağlamları dışında ortaya çıkmış bu ırkçı ve emperyalist varlığı parçalanmaya ve yok oluşa götürecek.
İşgal altındaki topraklar, Netanyahu liderliğindeki ekstremist hükümetin gelişiyle yoğunlaşan önemli bir tırmanışa tanıklık ediyor, buna karşılık Filistinliler arasında da öfke düzeyi yükseliyor. Sizce bu tırmanış nereye varacak?
İşgal altındaki topraklardaki mevcut durum, ilk ikisinden daha derin, daha güçlü ve daha etkili olacak olan üçüncü intifadanın infilakının bir işaretidir. Bunun için Filistin tarafının bölünmeyi sona erdirmesi, demokratik ulusal birliği sağlaması ve birincil mücadele araçlarını direnişe ve realitede imkânsız olan Siyonist varlıkla anlaşma ve uyuşma hayallerini terk etmeye dayanan bir ulusal strateji temelinde inşa etmesi gereklidir. Madrid-Oslo rotasında inşa edilen otuz yıllık müzakereler başarısız olmuştur; halkımızın ve ulusal davamızın bugün karşı karşıya olduğu krizi meydana getirmiştir.
Bazı Arap ülkelerinin Siyonist varlık ile ilişkilerini normalleştirmelerine dair pozisyonunuz nedir? Bu ülkeler tarafından sunulan sebepler bu eylemlerini meşrulaştırıyor mu?
Siyonist varlık ile Arap normalleşmesi, Filistin halkının sırtına ve Arap ulusunun kalbine saplanmış bir bıçaktır. Siyonist varlık yalnızca Filistinliler için değil; tüm Arap ulusu, Afrika halkları ve Batı Asya ve Kuzey Afrika’daki tüm ülkeler için bir tehdittir. Varlığın kurulmasının amacı, herhangi bir ilerici Arap ulusal uyanış girişimini engellemek ve varlığı Arap coğrafyasında küresel emperyalizmin çıkarlarını korumak için emperyal bir araç olarak kullanmaktır. Bazı ülkeler tarafından normalleşme için bahane olarak sunulanlar, normalleşme hatasının kendisinden daha çirkin. Filistin halkının Siyonist savaş makinesi tarafından katledildiği, Filistin için enternasyonal dayanışmanın gittikçe arttığı, Siyonist varlığa yönelik boykot çevre ve girişimlerinin genişlediği ve dahi “İsrail”e karşı ekonomik boykot kampanyalarının başarılar kazandığını ve “İsrail”den yatırımların geri çekildiğini gördüğümüz bir zamanda bu ülkeler Siyonist düşmanın gücünü artırmak ve onun çirkin yüzünü güzelleştirmek için normalleşmeye koşuyorlar. Bazı zengin Körfez Arap ülkelerinin bu normalleşmeden elde ettiği fayda ne olacak? Kudüs konferansına başkanlık eden Fas’ın bu normalleşmeden ne çıkarı var? Batı Sahra halkı, Fas’ın baş düşmanı mı? Bu sorun, Birleşmiş Milletler kararnamesi uygulanıp Batı Sahra halkının kendi kaderini belirlemesi için bir referandum yapılarak çözülebilir. Dolayısıyla Siyonist varlıkla normalleşmeye karşı Arap kitlesel reddinin inşası, tüm ilerici Arap milliyetçisi ve ulusal güçlerin gündeminin birinci sırasında yer almalıdır.
Suudi-İran ilişkilerinin normalleşmesini nasıl değerlendiriyorsunuz ve bu durum Filistin davasını nasıl etkileyecek?
FHKC bu girişimi iyi karşıladı; bu durumdan duyduğu memnuniyeti ifade etti ve Çin’in sorumluluk sahibi ve genişleyen politik rolünü takdir etti. Ayrıca FHKC, Çin’in uluslararası seviyede çeşitli alanlardaki duygudaşlığını ve hem Arap coğrafyası hem de dünyada güvenlik ve istikrarın sağlanması için gösterdiği çabaları takdir ediyor. Çin, ayrıca gerilim ve savaş atmosferi yaratan, dünya barışını tehdit eden ve dünyayı küresel savaş uçurumuna iten ABD emperyalizmini zapt etme amacı güdüyor. Bunun sonucunda umulur ki bu girişim Arap Körfez devletlerine ve genel olarak Arap coğrafyasına dayatılan Amerikan kılıcının etkisini azaltacak ve bölgesel krizlere Araplar lehine çözümler bulunmasına katkıda bulunacaktır; özellikle Yemen’deki savaş, Suriye’nin Arap çevresi tarafından süregelen izolasyonu, Lübnan’daki mevcut kriz ve ülkenin uluslararası emperyalist kuşatma ve şantaj döngüsünden çıkarılması meseleleri, bu krizler arasındadır. Bunun yanında Çin, bağımsız Arap kurumlarının rolünü restore etmeyi ve Arap meselelerine her formda uluslararası müdahaleye ve Arap krizlerinin Yemen ve Libya’da olduğu gibi uluslararası boyuta getirilmesine tüm kapıları kapatmayı amaçlıyor. Şu da umulur ki Çin’in bu pozisyonu daimi olacak ve ABD yönetimindeki değişikliklere, Cumhuriyetçi Parti’nin yeniden iktidara gelişi gibi etkenlerle değişime tabi olmayacak. Suudi-İran uzlaşısı, İran nükleer meselesiyle ilgili uluslararası anlaşmanın tamamlanmasının hızlanmasına da katkıda bulunabilir; ayrıca bu uzlaşı Körfez ülkelerini İran’ı kuşatmakla görevlendirmeye yönelik Amerikan-Siyonist girişimlerin önüne ket vuracaktır ki bu mesele etrafındaki yapay krizi çözmek için askeri seçeneğe gitmek, özelde Arap Körfez ülkelerinin genelde de tüm Arap coğrafyasının güvenliği için olumsuz etkileri ve ağır sonuçları beraberinde getirir.
Çin ve Rusya gibi yeni güçlerin oluşmasıyla uluslararası sistem sizce nasıl değişecek ve tek kutuplu dünyadan çok kutuplu dünyaya geçiş Filistin davasını nasıl etkileyecek?
Çok kutuplu bir dünyanın doğuşu, uluslararası toplum ve onun önde gelen kurumları arasındaki dengeyi restore edecek ve Küresel Güney’deki daha yoksul ülkelere bağımsız ekonomik gelişme yolunu seçebilmeleri; kendilerini Dünya Bankası, IMF, ABD Hazine Bakanlığı gibi emperyalist ekonomik küreselleşme kurumlarının hakimiyetinden ve dahi Washington’ın finansal kredi anlaşmalarından kurtarabilmeleri için önemli alanlar açacaktır. Washington’ın finansal kredi anlaşmaları bu ülkelerin kaynaklarını bilfiil yağmalıyor ve dev şirketlerin bu ülkelerde faaliyet gösteren şubelerinin ürettiği tüm kâra el koyup bunu Batı pazarına aktararak bu ülkeleri yoksullaştırıyor; bu ülkeleri uluslararası kredinin yanı sıra bir de kredinin faizlerini ödeyebilmek için çırpınır hâlde bırakıyor.
Çin ve Rusya liderliğinde küresel ölçekte konsolide olması beklenen kutbun sosyalist olmayacağı ya da dünyanın Sovyetler Birliği liderliğindeki uluslararası sosyalist kampın çöküşü öncesi döneme dönüşünü simgelemeyeceği doğrudur. Süregelen çatışma ideolojik saikler tarafından yönetilmiyor; bu bir etki alanı, iktidar, sermaye, enerji kaynakları ve genel olarak ekonomik çıkarlar mücadelesi. Ancak gerçeklikte çok kutuplu sistem halka, insanlara ABD emperyalizmi ve Batı kapitalizmi liderliğindeki tek kutuplu sistemden daha az keyfi muamele edecektir. Yeni kutbun henüz doğumunu tamamlamadığı da doğrudur; fakat bugün dünya sisteminin içinde olduğu geçiş evresi kaçınılmaz olarak bu kutbun kuruluşunu ve konsolidasyonunu getirecektir, doğa boşluktan nefret eder ve uluslararası emperyalist sistemin güç ve hakimiyeti yirmi yıldır aşınmakta ve gerilemekte. En önemlisi, bu çok kutuplu dünya, ezilen halkların ve yoksul sınıfların mücadelesini duygusal olarak hızlandıracak ve bu mücadele uluslararası sermayenin adil bölüşümüne ve halklar arası eşitliğe ve etnisite, milliyet, renk, cinsiyet temelli her formdaki zulüm ve ayrımın reddine dayalı yeni bir küresel uluslararası sistemin kuruluşuyla tamamlanacaktır.
Son olarak, Filistin halkına, Filistinli gruplara ve Filistin yönetimine mesajınız nedir?
Filistin halkına mesajım Siyonist, kolonyalist, yerleşimci ve ırkçı projeye karşı haklı ulusal mücadelemizin zaferinin kaçınılmaz olduğuna dair inançlı olmaları. Biz bu yolda uzun bir mesafe aldık ve ulusal davamızın içinden geçtiği mevcut aşamanın gerektirdiği bütün biçim ve yöntemler dahilindedirenişimizi derinleştirip genişleterek bu yola devam etmek zorundayız. Ayrıca halk birliğini sağlamak ve dahi birliğin demokratik rolünü Filistinliler arasında yerine getirmesiyle birlikte, bölünmeyi oluşturan partilere bölünmeyi bitirmeleri ve ulusal birliği sağlamaları yönünde baskı yapmak gereklidir. Ulusal diyalog artık yeterli değildir ve her Filistinli parti ya da grubun meşruiyet kaynağı işgalle mücadelede kanlarını döken halk kitleleridir.
Ulusal güçler ve genel olarak ulusal gruplara gelince, sahip oldukları tüm farklı politik renklerle birlikte, bölünmeyi bitirmeye ve ulusal birliği sağlamaya yönelik politik bir iradeye sahip olmak zorundalar. Halkımızı birleştirmenin, ulusal mücadeleye liderlik etmenin ve bu mücadeleyi ulusal ve tarihsel hedeflerin başarılması yoluna getirmenin en önemli koşulu, tüm ulusal uzlaşı anlaşmalarının uygulanması kararına sahip olan FKÖ dahilindeki mevcut liderliğin, FKÖ’nün ulusal demokratik temellerde yeniden inşasını engellemekten vazgeçmesi, FKÖ’nün statüsünü, itibarını, halkımızın ve halkımızın politik güçlerinin birliği için birleştirici politik mücadele liderliği olarak rolünü ve dahi bulunduğu her yerde halkımızın mücadelesinin en yüksek referansı ve tek meşru temsilcisi niteliğini restore etmesidir. Zaman, kan zamanıdır ve tarih davamıza ve ulusal kurtuluş projelemize olan görev ve zorunluluklarını yerine getirmeyenlere karşı affedici olmayacaktır.
*“Anti-Siyonist Yahudi,” günümüzde çokça manipüle edilen bir kavram. Okurlarımızı, oldukça popüler ve sosyal medyadaher an karşılarına çıkabilecek Liberal Siyonist J Street lobisi şemsiyesi altındaki FMEP fonlu Jewish Voice for Peace ve B’Tselem gibi “iki devletli çözüm” ajandası arka planıyla hareket eden yapıların Anti-Siyonist olmadıklarına dair uyarmak isteriz. – Marbuta Haber’in notu.